“Ne Şeriat Ne Darbe”
Mesud Tek
İçerde ve dışarda, 29 Nisan’da gerçekleştirilen
“Cumhuriyet Mitingi”ne yönelik renga renk değerlendirmeler
yapılıyor.
Taraflar mitingi, tuttuğu yere bakarak fili tarif eden
kör gibi tarif ediyorlar.
Yapılan tarifler içinde biri var ki, kanımca gerçeğe
en uzak olanı o.
Dış basın da dahil bazı gazeteler, mitingin
laikliği korumak amacıyla yapıldığına
vurgu yapıyorlar, “Ne Şeriat, Ne Darbe”yi çağrıştıran
manşetler atıyorlar.
Bir kısım politikacılarla bazı köşe
yazarlarının değerlendirmeleri de aynı
yönde.
Mitingle “şeriat istemiyoruz” mesajının verildiği,
elbette doğru.
Taşınan pankartlardan, yapılan konuşmalardan
bunu anlamak mümkün.
Ama doğrusu, “şeriata karşı olmanın”
kişiyi otomatikman laik yaptığı konusunda
çok ciddi endişelerim var.
Onların, daha ziyade, varolan ve üniter devletin hizmetindeki
çarpık çurpuk laikliğin korunmasından yana
olduklarını düşünüyorum.
Çünkü “laik cumhuriyeti koruma” amacıyla Tandoğan
ve Çağlayan mitinglerini düzenleyenlerin, Aleviler’in,
Türkiye’de ’yaşayan öteki dini azınlıklara
mensup kişilerin inançlarını özgürce yerine
getirmeleri ve yaymalarının önündeki engeller karşısında
sesleri çıkmıyor.
Aleviler ve öteki dini azınlıklar üzerindeki yasaklar
karşısında kılı kıpırdamayan
bu güçler, AB’nin zorlaması nedeniyle dini azınlıklara
ait vakıflarla ilgili olumlu düzenleme yapma çabalarını
dahi ihanet olarak görüyorlar, karşı çıkıyorlar.
Aynı zamanda yılmaz birer kemalist olan bu güçler,
cemevlerinin Mustafa Kemal döneminde yasaklandığı
gerçeğini halktan gizliyorlar.
Mitinglerde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) “laikliğin
yılmaz bekçisi” olarak lanse ediliyor, göğe çıkartılıyor.
Oysa çok iyi biliniyor ki “kemalist rejimin, üniter devlet
ve laik cumhuriyetin korucusu” TSK’nin gerçekleştirdiği
askeri darbeler, şeriata giden yolun açılmasına
önemli katkılar sunmuşlardır.
En fazla imam hatip okulunun 12 Eylül faşist cuntası
döneminde açılması, sözkonusu dönemde Alevi köylerine
cami yapılması ve din derslerinin zorunlu hale getirilmesi,
bu gerçeğin somut delilleridir.
“Şeriat tehlikesi”ni artıran adımların
en çok kemalist CHP ve DSP döneminde atıldığını
ise, bir başka gerçektir.
Durum böyle iken, kemalizmin yere göge sığdırılmadığı
mitinglerin laikliği korumaya yönelik olduğunu söylemek
mümkün müdür?
**
Ben mitingin askeri darbeye karşı olduğu inancında
da değilim.
Aksine, mitingin amaçlarından birinin, askeri siyasasete
müdahale etmeye davet olduğunu düşünüyorum.
Mitinge katılan yüzbinlerin askeri derbeye karşı
olduklarından şüphe duymuyorum.
Ama bu durum, inancımı değiştirmez.
Çünkü Çağlayan Mitingi, Kürt sorununun askeri çözümünde,
daha doğru bir ifadeyle çözümsüzlüğünde israr edenlerin,
Avrupa Birliği’ne, demokrasi, insan hakları, hukukun
üstünlüğü, şeffafiyet gibi çağdaş değerlere
karşı olan her renkten ve tondan ulusalcıların,
kemalizmin son kalesi olarak gördükleri Cumhurbaşkanlığı
Köşkü’nü kaptırmamak amacıyla başlattıkları
eylem ve faaliyetler zincirinin son halkasıdır.
Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın
14 Nisan’da düzenlediği basın toplantısında
siyasi parti lideri gibi konuşması, AB’yi ABD’yi
suçlaması zincirin önemli halkalarından biridir.
Büyükanıt’ın arkasından Cumhurbaşkanı’nın,
“zinde güçler”in en dinamiği olan genç subaylara hitap
ederken “rejim büyük tehlike altındadır” diye buyurması
da, en az birincisi kadar önemli bir halkadır.
Hiç kuşku yok ki zincirin en önemli ve belirleyici halkası,
Genelkurmay Başkanlığı’nın 27 Nisan
günü yayınladığı muhtıradır.
Mitingi düzenleyenlerden Atatürkçü Düşünce Derneği
Başkan Yardımcısı Nur Serter’in Genelkurmay
Başkanlığı’nın muhtırasını
kastederek “Bir Türk vatandaşı olarak, bir ulusalcı
olarak TSK'ya şükranlarımı sunuyorum. Ne mutlu
Türküm diyene demekten onur duyanları meydana çağırıyorum”
diyor.
Prof. Alpaslan Işıklı’nın yaptığı
konuşmada Türk ordusunun halkçı olduğundan,
emperyalizmi rahatsız eden bir yanı bulunduğundan
dem vuruyor.
Miting Düzenleme Komitesi üyelerinden Çağdaş Yaşamı
Destekleme Derneği Genel Başkanı Prof. Dr.
Türkan Saylan, muhtıra ile aynı görüşleri paylaştığını
dile getiriyor.
Mitingde askeri kıyafet giydirilmiş çocuklar yürütülüyor.
Ve tüm bunlar, mitingin askeri darbeye karşı olmadığını
göstermekle kalmıyor, aksine askeri müdahaleye davet
etme anlamına geldiğini ortaya koyuyor.
12 Eylül’ün işkence çarklarından geçmiş olanların,
eserleri yasaklananların, sakıncalı ilan edilip
iş ve kariyerlerini kaybedenlerin de mitinge katılmaları,
bu durumu değiştirmez.
Elbette ne şeriat ne de askeri darbe Türkiye’nin sorunlarını
çözer.
Çözüm ne kara postalda, ne de nalın sesinde.
Türkiye’nin çok renkli yapısına uygun bir demokrasi
çözüm yolunu açar.
Böyle bir demokrasi için de Genelkurmay’ın muhtırasında
tarif ettiği “Türkiye Cumhuriyeti düşmanlığı”
nı yapmak lazım.
Yani, kuruluşundan bu yana devletin resmi ideolojisini
en veciz biçimde ifade eden “Ne mutlu Türküm diyene” söylemine
karşı çıkmak gerekiyor.
“Ne mutlu Türküm diyene” söylemine karşı çıkanları,
TC düşmanı olarak ilan eden bölüm, muhtıranın
en önemli bölümüdür.
Oysa karşı çıkanlar, Muhtıra’nın
bu bölümü ya görmezden geldiler ya da yeterince üzerinde durmadılar.
Muhtıra’ya karşı tavrı nedeniyle birçok
kesimin övgüsüne mazhar olan, tavrı “dik duruş”
olarak değerlendirilen AKP hükümeti ise, bu bölümden
hiç bahsetmedi.
Nalın seslerini duymak, tank sesleriyle uyanmak istemeyenler,
Genelkurmay’ın ölçüleri uyarınca TC düşmanı
olmak zorundadırlar.
Çünkü, devletinin Türkler dışındaki halkları
yok sayan, asimilasyon yoluyla onları yok etmeyi amaçlayan
politikasına karşı çıkılmadan ülkeye
ne demokrasi gelir, ne de huzur.
“Ne mutlu Türküm diyene” söylemine karşı çıkılmadan
demokrasi ve değişim konusunda söylenenler, birer
palavradan öte bir şey değildirler.
Yazarın
önceki yazılarından:
Malatya
Katliamı ve Uğur Kaymaz
Bir
Kez Daha Birlik Üstüne
Bremen
Mızıkacıları
Şehidler
Günü
Bağımsız Kürdistan
Newrozu
Özüne Uygun Kutlamak İçin..
Malumun
İlani
Evren
Vakası ve Eli Taşın Altına Koymak
Kürtlere Ateş Etmek Serbest..
Davul
ve Tokmak
Atı
Arabanın Önüne Koymak
Milliyetçilik
Yarışı
Ben
Erdoğan Hayranıyım!..
Katil
Kim?
Zor
Günler
Samimiyet
Sınavı
Yeni
Yıl
Ankara
Kriterleri-2
Geç
Olmadan
Gelenek
“Ne
Olacak Bu Irak’ın Hali”?
Bir
Kez Daha Kerkük Üzerine
Sembol
mü?
Demokrasi
Hayalleri
Yasaklamak
Erken
Ölüm
Törkiş
İşi Demokrasi ve Sivil Çözüm!..
Her
ikisi de aynı Orhan Pamuk
“Paşalar
Cumhuriyeti”
Cadı
Kazanı
Sıcak
Günler
Başbakan’ın
TİT Aşkı
“Bayrak
Krizi”, Gerçekler ve Görevlerimiz
“Qandil
Gönüllüleri”
Enfal
Yapışık
Üçüzler
Kirlenme,
Çürüme ve Çifte Standart
Hizaya
Getirmek
Başbakan Doğru Söylemiyor
Şahinler ve Riyakarlar
Madımak
Zeytin Dalı
Yanlışta
İsrar
“İyi
Çocuk”lar Cenneti..
Filmi
Başa Sarmak
Erdoğan’ın
Sınavı
Süreç
ve Önümüze Koyduğu Görevler
Tek
Yanlı Aşk
Sadak’ın Sadakati
İpe
Un Sermek
Güneyli
Kürtlerin Büyük Sınavı
Kansere
Razı Etmek İçin Ölümle Tehdit Etmek
Acaba
Öyle mi?
Halepçe
Olayları Neyi Gösteriyor, Neyi Gerektiriyor?
“Çeteler
Cenneti”
Arapsaçı
Söyleyemediklerim
ve Yapmadıklarımız..
Buzdağının
Ucu (Mu?)
Aynaya
Bakmak
Saygı
Mı? Özgürlük Mü?
Militarizm
Ve Çürüme
Yavaş
Ama Emin Adımlarla İlerlemek...
İspanyol
General Ve Ağca
Gel
De Niyazi Usta’yı Anma
MGK’nin
Yeni Yıl Hediyesi..
Hazırlıklı
Olmak
Gündemimizin
Değişmeyeni..
Fırıldak
15
Aralık Seçimleri ve Olası Sonuçları
Biz İşimize Bakalım-2
Demokrasi
ve Ortadoğu
İyi
Asker
Ayna
Tutmak
Alışmakta
Fayda Var
Üçüncü
Ses
“Uzun, İnce Bir Yol”
3
Ekim, 15 Ekim ve Protokol
3
Ekim Sonrası..
Çürüme
Ne
yazmalı?
DİSK
Zorlu
Süreç ve Görevler
Yoğurdu
Üfleyerek Yemek!..
Kim(ler)in
kafası Karışık?
Başbakan
Samimi Olmak İstiyorsa…
"Emrin
Olur"
Sorun
Kürt aydınları mı?
Ülkenin
Gerçek Efendileri
Maksat “Terörün Kökünü kazımak”sa...
Londra Ve Kerkük
“Hukuk Herkese Lazım”
Aydınların Çağrısı ve Geçmişi
Hatırlamak
Cellad Çağrısı
Eşik Aşındırmak
Rüzgarı Arkaya Almak İçin
Gaf
Yapılacak
Başka İşler De Var
Bayrak
Ve Ekmek
Endişe
Ar
Damarı
Kürdistan
Parlamentosu
“Sözde”
Darısı
Başımıza!...
Bayrak
ve Asimilasyon
Adar û Newroz
AB Ve “Bölücü Tilkiler, Koyunlar”
|