Saddam cezasını buldu
Kemal Burkay
Irak diktatörü Saddam Hüseyin, hakkındaki idam kararının
yüksek mahkemece onanmasının ardından, 30 Aralık
2006 günü Bağdat’ta idam edildi. Böylece, yirmi yılı
aşkın diktatörlüğü boyunca, asarak, kurşuna
dizerek, işkencede kıyarak, kimyasal silahlarla
zehirleyerek, bazen diri diri gömerek, çocuk ve yaşlı
demeden binlerce, yüzbinlerce insanı katleden, yüzbinlercesini
ise kendi hırsının, dizginsiz tutkularının
eseri olarak savaş alanlarında telef eden bu zalimin
kendi hayatı da dar ağacında son buldu.
İdam edildiği yer, kendi iktidarı döneminde
siyasi tutuklulara işkence edilen bir cezaevi idi...
Bu acımasız diktatör, aynı zamanda oldukça
şatafatlı bir hayat sürdü. Kendisine yetmiş
kadar saray yaptırdı. Her yere heykellerini dikti,
resimlerini astırdı; kendisini putlaştırdı.
Dağı taşı, suyu toprağı, insanı
ile Irak’ı adeta kişisel mülkü yapmıştı.
Ama sonu kötü geldi. Önce 1991’deki Birinci Körfez Savaşı
ile acı bir yenilgiye uğradı, gücü ve denetimi
sınırlandı. 2003’teki İkinci Körfez Savaşı
ile Irak, ABD ve yandaşı güçler tarafından
işgal edilince iktidarı tümden yitirdi ve aylar
boyu saklandı. Bu bir diktatör için elbet en zor şeydir.
Kimini kahrından öldürür...
Ama Saddam ne kahrından öldü, ne intihar etti. İran
Şahı hiç değilse Mısır’da barınabilmişti;
onun kaçıp sığınabileceği bir ülke
bile yoktu.
13 Aralık 2003 günü, savaş alanında ya da
direnişçiler arasında değil, yer altında,
“örümcek deliği” tabir adilen bir oyukta, saçı sakalı
birbirine karışmış olarak yakalandı.
Bitkin ve umutsuzdu.
O, türlü biçimlerde katlettiği yüzbinlerce insandan
hiçbirine yargılanma olanağı bile tanımamıştı.
Kendisinin ise işlediği insanlık dışı
cürümler, ayrıca bir yargılama sürecini gerektirmeyecek
kadar ayan beyandı, buna ilişkin hukuk tabiriyle,
“ıspatı gerektirmeyecek kadar malum ve maruf”tu.
Buna rağmen kendisi bir Irak yargıcının
karşısına çıkarıldı, aylar süren
bir yargılama sürecinde yargılandı, tanıklar
dinlendi, belgeler gösterildi ve kendisine yerli ve yabancı
avukatlar vasıtasıyla savunma hakkı tanındı.
Hatta kendisi ve adamlarının yargılama sürecini
bir şova, propaganda aracına dönüştürmelerine
bile göz yumuldu. Bütün bunlar medya yoluyla günü gününe kamuoyuna
yansıdı.
Böyle olduğu halde, şimdi uluslararası planda
birçok çevrenin, adalet adına bu süreci eleştirmeleri,
mahkemeyi kukla olmakla suçlamaları oldukça tuhaftır.
Acaba Saddam ve adamları, Irak’ta değil de bir uluslararası
mahkemede yargılansalar sonuç farklı mı olacaktı?
Ama belli ki bazı çevreler için Saddam’ın ve Baas
rejiminin yıllar yılı işledikleri, bir
bölümü soykırım, yani insanlığa karşı
suç teşkil eden onca cürüm hiç önemli değil. Bunların
bazısı öteden beri Saddam’ı kararlı bir
anti emperyalist, kendi cephelerinde bir 3. dünya lideri olarak
görüyor. Bay Ecevit bunlardan biriydi, öldüğü güne kadar
da sadık bir Saddam dostu olarak kaldı. Hatta sosyalist
geçinen kimileri, Baas Partisi’nin başındaki “sosyalist”
sıfatına bakıp Saddam’ı ve onun bu iğrenç
rejimini sosyalist bile saymakta, bu nedenle onun tüm insanlık
karşıtı cürümlerini devrimci bir eylem gibi
görüp savunmakta, başına gelenler nedeniyle de göz
yaşı dökmekteler...
Ne demeli, dünyada şaşkın çok ve ne yazık
ki kendilerini solcu sananlar arasında pusulayı
şaşırmış, dostu düşmanı
birbirine karıştıran böylesi çok insan var.
Anti Amerikancılık bunlara yön veren rüzgar horozu.
“Düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışına
tutsak olmuşlar.
Oysa uluslararası sorunlar son derece karmaşıktır
ve her bir olay kendi koşulları içinde özgündür.
Sorunlara böylesine at gözlükleriyle yaklaşılmaz.
Bu çevrelerin böylesi bir anlayışla Irak halkının,
özellikle de Şiilerle Kürtlerin çektikleri büyük acıları
anlamaları olanaksızdır. Onlar bu acıları
dün anlamadılar, bugün de anlamıyorlar. Bu çevrelerin
bir bölümü, örneğin Türk şovenleri zaten, Saddam’ın
Güneyli Kürtlere yaptıklarının benzerlerini
Kuzey Kürdistan’daki Kürt halkına öteden beri yapmaktalar.
Bunların Saddam’ı kendilerine yakın ve dost
görmeleri şaşırtıcı değil.
Kimileri ise sözde idam cezasına karşı oldukları
için, ilkesel olarak Saddam’ın idamına karşı
çıkıyorlar, bunun çağdaş bir ceza olmadığını
söylüyorlar. Böyleleri içinde gerçekten de idam cezası
karşıtları var ve bunlar, sanık Saddam
gibi bir canavar da olsa idam edilmesine karşılar.
Ama bu konuda yine çifte standartlı olanlar, iki yüzlüler
de az değil. Bunların başında ise Türkiye’deki
şovenler geliyor. Bunların insan yaşamına
değer verdikleri, ya da hukuksal ilkeleri savundukları
için böyle konuştuklarını sanmak, safça olmaktan
öte, gülünçtür.
Türkiye’nin yakın tarihine ve de bugününe bakmak bile
bu çevrelerin ne denli iki yüzlü olduğunu anlamaya yetiyor.
Bir dönemin seçimle gelmiş ve bu tür cürümlere bulaşmamış
başbakanı Menderes ile iki arkadaşı, Polatkan
ve Zorlu, bir darbeyle al aşağı edilerek Yassıada’daki
göstermelik yargılama ile idama mahkum edilip asılırlarken
bu çevreler idamlarına karşı mı idiler?
Hatta, şimdi müthiş bir Saddam muhipliği yapıp
idamına karşı çıkan Kemalist ve “ulusalcı”
cemaat, bugün bile Menderes ve arkadaşlarının
idamını eleştiriyor mu?
Ya 12 Eylül faşist darbesiyle iktidara el koyup parlamentoyu
dağıtan, demokratik güçleri ezen, işkence çarkında
ve idam sehpalarında onca genç insanımızı
katleden Evren ve Şürekası?.. Onları bugün
de el üstünde tutanlar kimlerdir?
Bu baylar, insan hayatına değer veriyorlarsa neden
17 yaşındaki çocuğun bile yaşını
büyütüp onu idam sehpasına gönderen Evren’in ve suç ortaklarının
üstüne gitmiyorlar? Neden bu ülkenin şu yakın tarihinde,
son 20-30 yılda katledilen onca aydının, demokrat
insanın hesabını sormuyorlar?
Eğer koşulları olsaydı, biz de Saddam’ın
idam edilmektense ölünceye kadar bir cezaevinde tutulmasından
yanaydık. İlkesel olarak idama karşı olmak
bir yana, ölüm aynı zamanda, Saddam gibi birisi bakımından
kolay bir kurtuluş yolu olduğu için... Hayır,
öyle kolayca çekip gitmemeliydi o zorba. Onca şatafatlı
bir iktidar, güç vu zulüm yıllarının ardından
cezaevinde yalnızlığı, güçsüzlüğü,
terk edilmişliği doyunca yaşamalı, bu
acıyı yüreğinde duymalıydı. Ona verilecek
en büyük ceza buydu ve o bunu hak etmişti.
Öte yandan, Saddam, görece olarak küçük çaplı bir suçla,
Şii Duceyl köyünde katlettiği yüzü aşkın
masum insanın ölümünden yargılanıp mahkum edilerek
idam edildi. Asıl büyük kıyımların ise
hesabını vermedi. Bunlar, özellikle Kürt halkına
karşı işlediği suçlardı.
Bunlar arasında, kimyasal gaz kullanma sonucu Halepçe’de
birkaç saat içinde beş bin masum insanın kırımı
ve on bininin de yaralanması vardı.
Barzan bölgesinden götürülen –çocuklar da dahil- 8 000
erkeğin katledilip güneydeki çöllük alanlara topluca
gömülmeleri vardı.
1987-88 yıllarında “enfal” ilan edilip Güney Kürdistan’da
binlerce köyün, onlarca kasabanın yerle bir edilmesi
ve 182 000 dolayında, çoğu çocuk, kadın ve
yaşlı olan silahsız, savunmasız insanımızın
katli ve değişik yerlerdeki toplu mezarlara gömülmesi
vardı.
Bunlar tümü de soykırım niteliğinde suçlardı,
insanlığa karşı cürümdü. Bunlarla ilgili
davalar başlamış, ama bitmemişti. Yargılamanın
devam ettiği bir süreçte, Saddam’ın ve yönetimdeki
öteki sorumluların suçları mahkeme kararıyla
da sabitleşmeden, Saddam’ın alel acele idamı
hiç de iyi olmadı. Kürt halkı ve liderliği
bu nedenle, haklı olarak böylesi bir hızlı
idama karşı idiler.
Şii ağırlıklı hükümet, adeta Saddam’ı
böylesi bir yargılamadan kaçırdı. Bununla amaç,
elbet Saddam’ı korumak değil, bir bütün olarak Irak
yönetimini Kürt soykırımı gibi ağır
bir suçtan korumaktır.
Ne var ki Saddam ölüp gitse bile, suç ortakları duruyor,
onların yargılanmasına devam edilmelidir. Kürt
soykırımının suçu ve sorumluluğu
Saddam’la sınırlanamaz, bu bir bütün olarak Baas
Partisi’ne ve Irak devletine aittir, Irak hükümeti ve ordusu
eliyle hayata geçirilmiştir. Irak’ın bugünkü mahkemeleri
geçmiş rejimi ve Irak devletini mahkum etse de etmese
de bu soykırımın inkarı ve gizlenmesi
mümkün değil.
Sonuç olarak, halkımıza kan kusturan bir zorba
hak ettiği cezayı buldu. Biz bundan memnunuz.
Demek ki yapılan kötülükler her zaman zalimlerin yanına
kar kalmıyor, kalmamalı.
-----------------------------------------
Not: Okurlarımın yeni yıllarını
ve kurban bayramlarını kutlar, yeni yılda mutluluklar
dilerim.
Her yılbaşı aynı zamanda Partimizin (PSK)
kuruluş yıldönümüdür. Bu, 32. Yıldönümü de
tüm yoldaş ve dostlar için kutlu olsun.
Yazarın önceki yazılarından:
Çıkara
dayalı yanlış hesaplar
AB’nin
son kararı üzerine
Baker
Raporu ölü mü doğdu?
PKK
neden taktik değiştirdi?
İlkesizlik
ve Irak’ta çözüm
Bir
kez daha Ermeni sorunu üzerine
Değişime
direnen Türkiye
Sel,
yangın vb. “doğal felaketler” üzerine..
Kürdistan,
zenginlik içinde yoksul ülke..
Bir
şarkı, bir şiir
Fransız
Parlamentosu’nun kararı Ve Cezayir..
En
büyük devletsiz ulus..
Oyunu
gerçek sanmak-2
Oyunu
gerçek sanmak.. (1)
Ana-babalar
kirli savaşı sorgulamalı
Linç
salgını yayılırken…
Lübnan’dan
uzak dur, Kürdistan’a hücum!..
Uygarlıklar
Savaşı mı?
Türkiye’nin
Kerkük Sorunu!
Halkı
yalanla besleyen rejimler…
Irak’ı
bekleyen: Ya üçlü konfederasyon, ya üç ayrı devlet
Bölgemizde
ve Dünyada barış ve istikrar için..
Statükonun
yıkımına kim ağlar?
Terör
ve PKK bahane, Hedefler çok başka…
Hürriyet’in tehlike çanları!
Kırk katır mı, kırk satır mı?..
Demirel, Çiller, Ağar, Güreş… Bunlar tanık
mı, sanık mı?.
Şemdin’in
yakalanması, destanlar, balonlar…
Başı
türbanlı bir kadın neden cumhurbaşkanı
olmasın?..
Çetelerle
mücadelede hükümete destek vermeli
Ülkeyi
esir alan ahtapot...
Sular
ısınırken...
”Sanki
herkes kör, herkes zincirlerle bağlı…”
Bu
bir darbe değil mi?
Terör
ne, terörizm ne?
TBMM
Başkanı Arınç’ın kunuşması ve
demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki
askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin
Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş
terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı,
tutku ve akıl...
Derin
devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç
ve Ceza
Yine
bir şeyler dönüyor…
Sistem
çürümüş, dökülüyor
Irak’ta
iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey
olanlar..
ŞOVENİZMİN
ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At
izi it izine karışırken..
HAMAS
ve PKK…
Sağduyu
ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin
üstü örtülüyor
Adalet
mi rezalet mi?.
Genelkurmay
Gladyosuna sahip çıktı!
Türk
Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik
Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk
rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt
sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye
Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın
Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris
olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar
böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli
bir fırsattır
Bu
nasıl bir ilerleme?
Değişimi
anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz
üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin
AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son
gelişmeler üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar
üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun,
örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı
için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II
Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir
kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş
I M A R I K…
Kürt
Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|