AB’ye sırtını
dönen Türkiye’de
Savaş hazırlığı mı, blöf mü?
Kemal Burkay
Türkiye’nin statükocu güçleri AB konusundaki ataklarında
bir raundu kazandılar, Türkiye’nin AB ile ilişkilerini,
tümüyle değilse bile, bir bölümüyle dondurmayı başardılar.
Bunu Kıbrıs sorununda gelişmeleri engelleyerek
yaptılar.
AKP hükümeti bu konuda taviz vererek militarist ve statükocu
güçlerle uzlaştı. Direnmeyi göze alamadı veya
direnmek için istek de duymadı. Kendisi de öteden beri
AB yanlısı değil, kimyası onunla uyuşmuyor..
AKP’nin görünürdeki AB yanlılığı daha
çok mecburiyetten. Denize düşerken yılana sarılmak
gibi bir şey..
Kürt sorunu konusunda da iki kesimin, militaristlerle AKP’nin
politikaları uyuşuyor. AKP bu konuda askerden bir
derece farklı düşünse, salt zor ve şiddet yöntemleriyle
sorunun çözümünün mümkün olmadığının farkında
olsa bile, başını ağrıtmak, iktidarını
(hükümet olanakları demek daha doğru olur; çünkü
zaten iktidar olmuş değil) riske sokmak istemiyor;
militarist kesime hızla uyum sağlıyor. Bu yüzden
Türkiye bakımından Kürt sorununun çözümünde bir
kilitlenme var.
AB ile ilişkilerin gevşemesi ve Kürt sorununda
süregelen baskıcı-saldırgan politika, aynı
zamanda birbiriyle bağlantılı. Erdoğan’ın
birkaç gün önce dile getirdiği şu sözler bu bakımdan
oldukça ilginç ve önemli:
“Irak sorunu bizim için AB projesinden daha önemli. Önümüzdeki
günlerde dış politikada Irak sorununa daha çok ağırlık
vereceğiz...”
Elbet, burada “Irak sorunu” ile kast edilen, asıl olarak
Kürt sorunudur. “PKK sorunu” ile kast edilenin de asıl
olarak Güney Kürdistan sorunu olması gibi..
Malum, 2007 yılı yalnız Türkiye’nin iç gelişmeleri
(cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim)
bakımından değil, Irak’taki gelişmeler
bakımından da çok önemli. Irak’ta anayasa gereği
2007 sonbaharında Kerkük’le ilgili referandumun yapılması
gündemde. Bu yüzden cümle Kürt düşmanları tedirgin,
Türk rejimi ise hop oturup hop kalkıyor. Bu çevreler,
referandum sonucu Kerkük halkının federe Kürdistan’ın
sınırları içinde kalmayı tercih etmesinden
ürküyor ve bu doğal, demokratik hakkı engellemek
için her yola başvuruyorlar.
Ayrıca, Irak’ta giderek bir Sünni-Şii kavgasına
dönüşmüş olan şiddet dalgasının,
önümüzdeki bir-iki yıl içinde nereye varacağı
da kestirilemiyor. Bush yönetimi Irak konusunda yeni bir politika
belirleme arefesinde. ABD Irak’tan birliklerini çekmese bile
(ki bunu yapamaz, bunu yapmak tüm Ortadoğu’nun terkine
giden süreci başlatır) onlara yer değiştirebilir;
birliklerini Kürdistan’a ve sınır bölgelerine çekerek
Şiilerle Sünnileri bir başlarına bırakabilir.
Bu ise Irak’ı bölünmeye götürecek ve Güney Kürdistan’da
bağımsız bir Kürt devletine de yol açacak süreci
başlatabilir. İşte bu da Kerkük sorunu gibi,
hem Arap dünyasını, hem Türkiye’yi kaygı ve
telaşa boğuyor.
Türk rejimi şimdi, gerek Kerkük’ün federe Kürdistan’a
katılmasını, gerekse Güney Kürdistan’da bağımsız
bir Kürt devletinin kurulmasını engellemeye yönelik
politikalar oluşturuyor. Bu amaçla bir yandan, aynı
dertten muzdarip Suriye, İran ve ötekilerle birlikte
Irak’ı karıştırıyor, el altından
terörü destekliyor, öte yandan Türkmen kartını kullanıyor
ve ABD’yi kendinden yana tavır almaya zorluyor. Eğer,
bu çabalar sonuç vermezse, bizzat kendi silahlı güçleriyle
müdahale etmeyi planlıyor.
Bu sonuncusu elbet kolay değil. Amerika Irak’tan çekilmeden
(ki ister Cumhuriyetçiler, ister Demokratlar iktidarda olsun,
yakın dönemde çekilmesi beklenemez) veya böyle bir müdahaleye
onay vermeden, Türk ordusu sınır boylarındaki
bazı küçük çapta hareketlerin, ya da nokta operasyonlarının
ötesine geçemez. Onay verebilir mi? Şu koşullarda
o da zor. Böyle bir şey Irak’ın tek istikrarlı
bölgesini, Güney Kürdistan’ı da yangın topuna çevirir.
ABD’nin buna yeşil ışık yakması düşünülemez.
Türkiye, ABD’nin onayıyla veya ABD’ye rağmen böyle
bir maceraya girebilir mi? Her iki durumda da bu tam bir çılgınlık
olur. Böylesi bir macera, ABD engel olmasa bile, Güney’deki
Kürt halkının direnişini ve bu direnişin
alevlerinin bizzat Kuzey Kürdistan’a yayılmasını
göze almak olur, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan
olmakla sonuçlanabilir.
Militarist rejim böylesi bir çılgınlığı,
yeni bir Enver Paşa seferini göze alabilir mi, bilemeyiz.
Ama son dönemde, Türk devletinin sivil ve asker yöneticileri,
Erdoğan’ın söz konusu açıklaması dahil,
bir dizi kışkırtıcı ve ilgi çekici
beyanda bulundular.
Erdoğan’ın bu açıklamasının salt
kendi görüşü olduğu sanılmasın. Yılbaşından
birkaç gün önce Milli Güvenlik Kurulu toplantısı
vardı. Belli ki bu toplantıda Kürt sorunu, Irak’taki
korkulan gelişmeler, bu gelişmeleri önlemek için
neler yapılabileceği uzun uzun konuşuldu ve
belli politikalar saptandı. Elbet, askeri müdahale seçenekleri
de bunlar arasındadır. Böyle bir durumda AB ile
ilişkilerin tümden kopabileceği de herhalde konuşulmuş
ve “Irak’ın AB projesinden daha önemli olduğu”,
yani AB ile kopuşun göze alınabileceği görüşü
benimsenmiştir... Belli ki Erdoğan bunu dile getiriyor.
Bu, Türkiye’nin dış politikasında önemli bir
dönüşüm, en azından -dönemsel de olsa- sapma anlamına
geliyor. Malum, öteden beri Türk rejimi, iktidarı ve
muhalefetiyle, ordusu ve sivil bürokrasisiyle, içinden pek
gelmese de, yıllardır AB üyeliğini kendisine
temel proje seçmişti. Ama son gelişme ve açıklamalarla
görülen o ki, imtiyazlarını yitirmekten ve değişimden
korktuğu için bu projeye alttan alta karşı
olan ve onu engellemek için yoğun bir çaba gösteren ordunun
yanı sıra, bu projeyi içine sindiremiyerek de olsa
sahiplenmiş görünen AKP hükümeti de artık açıkça,
orduya ayak uydurmakta ve AB projesinden yan çizmektedir.
Hükümet olmayı her şeyin önünde tutan ve cumhurbaşkanı
olmak için yanıp tutuşan Erdoğan için gerisi
önem taşımıyor! O, bu uğurda askerlerin
önüne sürdüğü her kağıdı imzalayabilir...
Böylece Türkiye’yi yönetenler, Kürt halkının haklarını
tanıyıp ülkede barış sağlayarak AB’ye
gireceklerine, yani demokrasi ve gelişme yolunu seçeceklerine,
bir türlü kurtulamadıkları Kürt düşmanlığının
ve bunun yol açtığı paranoyanın etkisiyle
statükoyu, çatışmayı ve macerayı seçiyorlar.
Türk yöneticilerin son günlerde, böylesi bir macera için
kamuoyu oluşturma çabasına hız verdikleri görülüyor.
Erdoğan, PKK sorununa çözüm getirmek için oluşturulan
koordinatörlerin bir şey yapamadığını
ileri sürdü ve “bu durumda daha fazla sessiz kalamayız”,
dedi. ABD’ye yönelik eleştiriler yeniden arttı.
Aynı günlerde Türkmen kartı bir kez daha devreye
kondu ve MİT’in yayınladığı bir rapor
Türk medyasına “Kerkük elden gidiyor!” çığlıklarıyla
yansıdı. (Sanki Kerkük babalarının malıymış,
kendi ellerindeymiş gibi!.)
MİT Müsteşarı Emre Taner’in aynı günlerde
yayınladığı diğer bir rapor da oldukça
ilginç. Taner bu raporda, globalizmin etki ve sonuçlarını
tartışırken, ulus devletlerin tehlikede olduğunu,
Türkiye’nin eğer ayakta kalmak istiyorsa globalizm çağına
uyum sağlaması gerektiğini söylüyor ve “bekle-gör
politikası”nı değiştirip, savunma pozisyonunu
terk etmeyi öneriyor.. Yani Taner’in uyumdan kastı, bazı
yorumcuların sandıklarının aksine, demokratikleşmek,
sorunlarını barışçı yöntemlerle çözmek
filan değil. O, sanki Türkiye çok barışçı
bir iç ve dış politika izliyormuş gibi, daha
saldırgan bir dış politika öneriyor.
Son günlerde Türk basınında şu türden kışkırtıcı
ve uyduruk haberler yeniden manşetlere taşınır
oldu:
“Türkmenlerin hayatı tehlikede!”
“Kerkükte 100 bin peşmerge Türkmen katliamı için
bekliyor!”
“Edip Paşa sınır ötesi operasyon sinyali verdi...”
Bütün bunlar, aynı zamanda ABD’yi etkilemek, özellikle
de Güney Kürdistan yenetimini baskı altında tutarak
Kerkük konusunda geri adım attırmak ve muhtemel
gelişmelerle birlikte bir bağımsızlık
ilanından caydırmak için devreye konan bir psikolojik
harekâtın ürünü olabilir. Ama militarist rejim, bir maceraya
girişecek kadar gözü kanlanmış da olabilir..
Kürt tarafı olarak bu ihtimallerin her ikisini de hesaba
katmalı. Hem tehditler karşısında soğukkanlılığı
yitirmeden, ortamı daha da gerecek kışkırtıcı
bir tutuma yönelmeden, kararlı olarak Kürt halkının
temel haklarını ve çıkarlarını savunmayı
sürdürmeli, buna uygun adımları atmalı, hem
de Türk rejiminin, İran ve ötekilerin bir müdahalesine
karşı ülkeyi ve Kürt halkının kazanımlarını
savunmaya hazır ve bunda kararlı olmalı.
Yazarın önceki yazılarından:
Saddam
cezasını buldu
Çıkara
dayalı yanlış hesaplar
AB’nin
son kararı üzerine
Baker
Raporu ölü mü doğdu?
PKK
neden taktik değiştirdi?
İlkesizlik
ve Irak’ta çözüm
Bir
kez daha Ermeni sorunu üzerine
Değişime
direnen Türkiye
Sel,
yangın vb. “doğal felaketler” üzerine..
Kürdistan,
zenginlik içinde yoksul ülke..
Bir
şarkı, bir şiir
Fransız
Parlamentosu’nun kararı Ve Cezayir..
En
büyük devletsiz ulus..
Oyunu
gerçek sanmak-2
Oyunu
gerçek sanmak.. (1)
Ana-babalar
kirli savaşı sorgulamalı
Linç
salgını yayılırken…
Lübnan’dan
uzak dur, Kürdistan’a hücum!..
Uygarlıklar
Savaşı mı?
Türkiye’nin
Kerkük Sorunu!
Halkı
yalanla besleyen rejimler…
Irak’ı
bekleyen: Ya üçlü konfederasyon, ya üç ayrı devlet
Bölgemizde
ve Dünyada barış ve istikrar için..
Statükonun
yıkımına kim ağlar?
Terör
ve PKK bahane, Hedefler çok başka…
Hürriyet’in tehlike çanları!
Kırk katır mı, kırk satır mı?..
Demirel, Çiller, Ağar, Güreş… Bunlar tanık
mı, sanık mı?.
Şemdin’in
yakalanması, destanlar, balonlar…
Başı
türbanlı bir kadın neden cumhurbaşkanı
olmasın?..
Çetelerle
mücadelede hükümete destek vermeli
Ülkeyi
esir alan ahtapot...
Sular
ısınırken...
”Sanki
herkes kör, herkes zincirlerle bağlı…”
Bu
bir darbe değil mi?
Terör
ne, terörizm ne?
TBMM
Başkanı Arınç’ın kunuşması ve
demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki
askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin
Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş
terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı,
tutku ve akıl...
Derin
devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç
ve Ceza
Yine
bir şeyler dönüyor…
Sistem
çürümüş, dökülüyor
Irak’ta
iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey
olanlar..
ŞOVENİZMİN
ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At
izi it izine karışırken..
HAMAS
ve PKK…
Sağduyu
ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin
üstü örtülüyor
Adalet
mi rezalet mi?.
Genelkurmay
Gladyosuna sahip çıktı!
Türk
Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik
Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk
rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt
sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye
Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın
Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris
olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar
böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli
bir fırsattır
Bu
nasıl bir ilerleme?
Değişimi
anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz
üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin
AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son
gelişmeler üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar
üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun,
örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı
için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II
Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir
kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş
I M A R I K…
Kürt
Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|