Bu nasıl bir ülkedir?
Kemal Burkay
Kimi konular var ki ya hiç gündem bulmuyor, ya da hızla
gündeme girip çıkıyor. Toplum bunların ne kadar
farkında, ayrı bir konu; ama onlar toplum bakımından
önemli. Özgürlüğümüz, geleceğimiz bakımından
önemli. En azından vicdan sızlatacak türden olaylar.
Elbet, her şeye rağmen bu toplumda hâlâ bir vicdan
taşıyanlar için...
Bu yazımda bu türden birkaç konuya değineceğim.
Çağdaş firavunlar ve Tuzla
Bunlardan biri Tuzla tersanesiyle ilgili. Hayır, bu
konu gündeme hiç gelmeyen ya da hızla girip çıkanlardan
değil. Nerdeyse her gün kaza geçirip ölen işçiler
nedeniyle çoktan beri gündemde. Sayıları az da olsa
ülkenin bazı seçkin yazarları, Ahmet Altan, Mehmet
Altan, Umur Talu, Yıldırım Türker ve başkaları
zaman zaman bu konuya değindiler. Tuzla tersanesindekine
iş kazası demek de artık mümkün değil,
gerekli güvenlik tedbirleri alınmadığı
için bu düpedüz bir kıyım. Şimdiye kadar 99
işçi düşerek, yanarak veya başka biçimlerde
öldü. Sayı belki de şu yazıyı yazdığımda
yüzü bulmuş ve aşmıştır.
Tuzla tersanesi yurt içinden çok, yurt dışı
için üretim yapıyor ve hem patronlarına, hem ülkeye
iyi döviz kazandırıyormuş. Patronlar ve hükümet
bununla övünüyorlar. Ama bu patronlar söz konusu üretimi ve
kazancı son derece ucuz ücretle, adeta karın tokluğuna
çalıştırdıkları işçilerin sırtından,
bir tür çağdaş köle emeği üzerinden sağlıyorlar.
Tuzla tersanesi işçilerinin ne sigortası var ne
iş güvenliği. Patronlar, kazandıkları
büyük paraların, daha yerinde bir deyişle yaptıkları
büyük vurgunun küçük bir parçasını bile en azından
iş güvenliği için ayırmaya yanaşmayacak
kadar gözü doymazlar. Nasıl olsa ülkede dev boyutlarda
işsizlik var ve nasıl olsa, her hafta birkaç kurbanın
verildiği, pek çok işçinin de yaralandığı
böyle bir mezbahaya bile başlarını koymaya
hazır yüzbinlerce insan var...
İş müfettişlerinin raporlarına rağmen,
pek mazlum, pek Müslüman AKP hükümeti bu seri cinayetleri
umursamıyor. O da patronlarla el ele, iç içe... Vaktini
ve enerjisini darbe tezgâhlayıcılığı
ve sahte laiklik çığırtkanlığı
ile geçiren Baykal ekibinden ve CHP’den söz etmeye zaten değmez.
Basın ise, birkaç demokrat kalemin ve düşük tirajlı
birkaç sol gazetenin dışında bu akıl almaz
kıyıma karşı sağır ve dilsiz.
İşçilerin ve sendikacıların sessizliği
ise insanı şaşırtıyor. Belli ki 12
Eylül merdanesi çok işe yaramış. İç ve
dış patronlar 12 Eylül faşizmine ne denli teşekkür
etseler azdır. Onun sayesinde başını giyotine
gönüllüce uzatan uysal, kuzu gibi bir işçi sınıfımız
oldu. Hatta kimi liberal dostlara göre zaten bilgi çağında
artık işçi sınıfı da yok! Bu ölenler
de belki, kim bilir, bozuk, ya da süresi dolmuş bilgisayarlardır,
hurdaya gitmekteler...
Her şeye rağmen DİSK’e bağlı Limter-İş
sendikası 15-16 Haziran günü bu nedenle grev ilan etti.
Ama grev kamuoyunda pek yankı yapmadı. İşten
atılma tehditi altındaki tersane işçileri bu
greve katılmadılar bile. Acı ama gerçek...
Vicdani Redçi Mehmet Bal
Birçok uygur ülkede askerlik hizmeti zorunlu değildir,
bu iş, askerliği meslek olarak seçen profesyonellerce
yapılır. Örneğin Amerikan ordusu böyledir.
Birçok ülkede ise askerlik hizmeti yapıp yapmamak isteğe
bağlıdır. Yani geçici olan askerlik hizmeti
zorunlu değildir. Örneğin İsveç böyle bir ülkedir.
Zorunlu askerliğin geçerli olduğu ve militarizmin
kutsandığı Türkiye’de ise vicdani red hakkı
yoktur. Askerlik yapmak istemeyenlere karşı yalnız
devlet değil, azgın bir şovenizmin yarattığı
boğucu ortamda kamuoyu da acımasızdır.
Bu ülkede vicdani redçi Mehmet Bal’ın başına
gelenler bunun örneğidir. Mehmet Bal, askere gitmek istemediği
için 2002 yılında mahkemeye verildi, cezalandırıldı,
götürüldüğü karakolda, kışlada, askeri cezaevinde
pek çok kez dövüldü, yaralandı, linç edilmek istendi.
Buna karşı 33 gün süren açlık grevi yaptı.
Ve Mehmet Bal’ın öyküsü bugün de, 2008 yılında,
hâlâ sürmekte.
Bu militarist rejim ve onun değer yargılarıyla
koşullanmış olup askerlik hizmetini kutsallaştıran,
ölmeyi ödürmeyi vatanseverlik ve cennetlik bir iş gibi
gören ve gösterenler, Mehmet Bal gibilerini affetmiyorlar.
Mehmet Bal’ı ve onun gibi az sayıdaki yürekli, prensip
sahibi insanı yaptığına pişman etmek,
kendilerine ve herkese benzetmek için acımasızca
şiddet uyguluyor, işkence ediyor, onları ruhsal
ve bedensel olarak eziyorlar. Bu uğurda kendi yasalarını
bile çiğniyorlar.
Bu ülkenin hükümeti, parlamentosu, Mehmet Bal’a ve öteki
vicdani redçilere yapılanlarla ilgili olarak sessiz.
Bundan da öte, mevcut uygulamayı onaylıyor. Bu sistem
aynı zamanda onların, yani politikacıların
eseri.
Bu ülkenin savcıları, yargıçları Mehmet
Bal ve arkadaşlarına karşı işlenen
suçlar karşısında ilgisizler. Onlara uygulanan
şiddet, dayak ve işkenceyle ilgili hiçbir şey
yapmıyorlar. Ama askerlik yapmamakta direndikleri için
onları suçluyor, mahkum ediyorlar.
Bu ülkenin basını, birkaç demokrat kalemin ve düşük
tirajlı sol yayının dışında
vicdani redçilere yapılanlar karşısında
sessiz, sağır. O da yapılanı onaylıyor.
Çünkü, gerçekte o da bu kutsal militarizmin hizmetinde, onun
ağzı dili...
Ama bu, aynı zamanda sistemin ve onun koşullandırdığı,
adeta beyinsizleştirdiği kalabalıkların,
ilkeli bir veya birkaç insanın karşısındaki
yenilgisini de gösterir.
Bu kadar zulüm yapan, şiddetle sözünü geçirmek isteyen
bir sistem çürüktür ve geleceği yoktur.
Yayıncı Kamer Beysülen’e bir yıl ceza
Bir ileri iki geri sayan bu ülkede yazar ve yayıncılara
verilen cezalara öteden beri alışığız.
AB süreci de bu ülkenin alışkanlıklarını
değiştirmedi. Bazen TCK’nın bu işte kullanılan
bir maddesi gider, yerine aynı işi gören üç madde
birden gelir... Zaman zaman numaralar değişir, o
kadar. 301. madde bunlardan sadece biri.
Evet, bugüne kadar yazılarından ve kitaplarından
dolayı yazarlara ve yayıncılara verilen cezaları
bilirdik. Ama Deng Yayınları İstanbul Temsilcisi
Kamer Beysülen’e verilen bir yıllık hapis cezası
çok daha ilginç. Kamer, Yılmaz Çamlıbel’in “Agıri
Sahipsiz Değil” adlı kitabını yurt dışındaki
yazara postaladığı için bu cezayı alıyor!
Doğrusu böylesine ilginç bir cezayı ilk kez duyuyorum.
Bu, Türk adliyesinin ne kadar yaratıcı, bu ülkede
cezalarının ne kadar çeşitli ve zengin olduğunu
gösteriyor!
Adı hem de “fikri ve sınai haklar mahkemesi” olan
Bakırköy Mahkemesi, bundan dolayı Kamer’e bir yıl
ceza vermenin yanı sıra, kitapların da “hamur
haline getirilerek başka türlü değerlendirilmesine”
karar veriyor.
Bu ülkede fikri ve sınai haklar böyle korunur işte!
Kitabı yazana ceza, yayınlayana ceza, postaya verene
ceza, kitabın kendisini ise hamur haline getirerek “başka
türlü” –yani okunarak değil- değerlendirme... Aynen
12 Eylül faşizminde olduğu gibi. Demek ki “yalnız
ve güzel ülkem”de yeni bir şey yok...
“Yalnız ve güzel ülke...”
Geçende Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülü alan
Nuri Bilge Ceylan, “bu ödülü yalnız ve güzel ülkeme ithaf
ediyorum,” demiş...
Bu söz epeyce tartışıldı. Militarist
ve “ulusal”cı, çevreler de bundan kendilerine pay çıkardılar.
Sayın Ceylan bunu ne anlama söyledi, bilemem. Ama o
“yalnız ve güzel ülke” işte böyle bir yerdir. İşçisine
köle muamelesi yapan; askerlik yapmak istemeyen gencini ezen,
linç eden; yazarını yayıncısını
ya zındana, ya sürgüne gönderen, ya da, Hrant örneğinde
olduğu gibi öldüren; Kürtçe, bir bardak su isteyen politikacısını
bile cezalandıran bir ülke...
Böyle bir ülkenin “güzel” sayılıp sayılamıyacağı
bir yana, ama onun “yalnız” olması anlaşılır
bir şeydir. Bu tür uygulamalar geçmişte faşist
Almanya’da, İtalya’da, İspanya’da görülmüştür.
Böylelerine faşist ve militarist rejimler denir ve onlar
ülkelerini, doğal olarak yalnızlığa iterler.
Çağdaş dünyada böylesinin yeri yoktur.
Dil yasaklayıp kitap hamur etmeye gelince.. Kürtleri
enfale tabi tutan, Halepçeye kimyasal silah atan Saddam Irakı’nda
bile Kürt diline ceza verilmezdi. Bağdat’ta Kürt akademisi
vardı, Bağdat radyosu ve televizyonu Kürtçe yayın
yapardı ve Kürdistan’da Kürtçe eğitim serbestti.
Kürt dili daha o zaman Irak’ta ikinci resmi dildi.
Varın da bu ülkeyi bir yere benzetin bakalım. Doğrusu
o benzersiz!
Yazarın önceki yazılarından:
Umut ne AKP’de, ne Kemalizmde
AKP’nin “çözüm” paketi ve GAP
Kürt
sorununda ekonomi ve siyasetin bağı
Sabancı
Cinayeti’nin belgeleri de ortaya dökülürken...
AKP
değişimin partisi değil
Eski
film yeniden gösterimde mi?
Kedinin
boynuna çanı kim takacak?
Ülkeyi
batağa sokanlardan çözüm beklenemez
Yeni bir halk hareketine
gerek var
Canım
tepki göstermek istemiyor
Sadun
Hoca ve Hasretyan
Geçmiş olsun Sırp yoldaşlar!
Aslan
Asker Şwayk ”Panodaki Şiir”e Karşı!
Türban
ve laiklik üzerine
Ergenekon
ve Türk medyasının çözülen dili
Düzenli köşe yazılarıma
son verirken…
Hrant
Dink’i anarken
AKP
sistemle kaynaşırken..
Sekiz
asker, bomba olayı ve Erdoğan…
Tarih,
akıl ve ahmaklık üzerine
Kandil
Operasyonu; hedefler, sonuçlar
Kürtlerin
temsil sorunu
Sabah’taki
söyleşi, DTP ve temsil sorunu üzerine
Oyunun yeni perdesi ve değişen
taktikler
DTP’ye
yönelik kapatma davası
Bush-Erdoğan
görüşmesi ne sonuç verdi?
Militarizm
Türkiye’yi teslim almak istiyor
Katil
kim?.
PKK’nın
silah bırakmasına veya yeni bir ateşkese karşıyım!
Bu çılgınlıkla
nereye?..
Nasıl
bir anayasa? – 3
Militarizm barışa, demokrasiye, gelişmeye engel
Türkiye
Malezya olur mu? Keşke olabilse!
Nasıl
bir anayasa? – 2 Kemalizm ayak bağı oldu
Nasıl bir anayasa?
Bir
genel af ”PKK sorununu” bitirir mi?
DTP’nin
temel yanlışı ne?
Yedi
kızın acı öyküsü Yaşamadan Öldüler
Yakın
tarihe kısa bir gezinti
Kürdistan gerçeği, Kürt ulusal sorunu ve onurlu tavır
Türk
dış politikasının rüşvetleri…
Yezidi
Kürtlere yapılan saldırı
Türk
Parlamentosu ve Kürtler
Seçimlerde
Türkiye solu, Kürt Ulusal hareketi
22
Temmuz Seçimleri üzerine
Orman
yangınları kimin işi?
Dink
Davası ve Sivas
Bir
mum yakmaya devam…
Kuzeyde
bir hafta
Norveç sınırı, Laponlar, beyaz geceler…
Darbe
ayağa düştü
Darbe
planı işlemekte
Barzani
“PKK terörü”nü destekliyor mu?
Hükümet
gerçekleri halka anlatmalı
Sayın
Sezer, nereden nereye!
Son
terör eylemlerinin ardında kimlerin eli var?
Sistem
ne laik ne demokrat
“Dil
Devrimi” ve “Güneş Dil Teorisi” komedisi
“Türk
Tarih Tezi” komedisi
Paşalar
Cumhuriyeti, berdevam mı?.
Kürt
Dili nasıl kurtulur?
Türk
medyası ya da Yalancı Çoban
General,
istifa et!
Heyy,
orada bir Müslüman yok mu?!.
Irkçı
görüşlerin temeli yalan ve safsata-2
Türk-İslam
sentezi ve Kürtler, Aleviler...
Irkçı
görüşlerin temeli yalan ve safsata-1
Kim
olursa olsun!
“Bu
ırkçılık nerden çıktı?!”
Aman,
301’i değiştirmeyin!
Yanlışta
direnenler, Sopayı çözüm sananlar...
“Halkın
oyları” ve çıkar yol
Türkiye
batağa nasıl saplandı..
Kerkük
Kürdistan’a katılırsa...
Gerçek
katil kim?
Ankara
Konferansı üzerine
AB’ye
sırtını dönen Türkiye’de Savaş hazırlığı
mı, blöf mü?
Saddam
cezasını buldu
Çıkara
dayalı yanlış hesaplar
AB’nin
son kararı üzerine
Baker
Raporu ölü mü doğdu?
PKK
neden taktik değiştirdi?
İlkesizlik
ve Irak’ta çözüm
Bir
kez daha Ermeni sorunu üzerine
Değişime
direnen Türkiye
Sel,
yangın vb. “doğal felaketler” üzerine..
Kürdistan,
zenginlik içinde yoksul ülke..
Bir
şarkı, bir şiir
Fransız
Parlamentosu’nun kararı Ve Cezayir..
En
büyük devletsiz ulus..
Oyunu
gerçek sanmak-2
Oyunu
gerçek sanmak.. (1)
Ana-babalar
kirli savaşı sorgulamalı
Linç
salgını yayılırken…
Lübnan’dan
uzak dur, Kürdistan’a hücum!..
Uygarlıklar
Savaşı mı?
Türkiye’nin
Kerkük Sorunu!
Halkı
yalanla besleyen rejimler…
Irak’ı
bekleyen: Ya üçlü konfederasyon, ya üç ayrı devlet
Bölgemizde
ve Dünyada barış ve istikrar için..
Statükonun
yıkımına kim ağlar?
Terör
ve PKK bahane, Hedefler çok başka…
Hürriyet’in tehlike çanları!
Kırk katır mı, kırk satır mı?..
Demirel, Çiller, Ağar, Güreş… Bunlar tanık
mı, sanık mı?.
Şemdin’in
yakalanması, destanlar, balonlar…
Başı
türbanlı bir kadın neden cumhurbaşkanı
olmasın?..
Çetelerle
mücadelede hükümete destek vermeli
Ülkeyi
esir alan ahtapot...
Sular
ısınırken...
”Sanki
herkes kör, herkes zincirlerle bağlı…”
Bu
bir darbe değil mi?
Terör
ne, terörizm ne?
TBMM
Başkanı Arınç’ın kunuşması ve
demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki
askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin
Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş
terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı,
tutku ve akıl...
Derin
devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç
ve Ceza
Yine
bir şeyler dönüyor…
Sistem
çürümüş, dökülüyor
Irak’ta
iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey
olanlar..
ŞOVENİZMİN
ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At
izi it izine karışırken..
HAMAS
ve PKK…
Sağduyu
ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin
üstü örtülüyor
Adalet
mi rezalet mi?.
Genelkurmay
Gladyosuna sahip çıktı!
Türk
Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik
Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk
rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt
sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye
Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın
Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris
olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar
böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli
bir fırsattır
Bu
nasıl bir ilerleme?
Değişimi
anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz
üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin
AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son
gelişmeler üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar
üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun,
örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı
için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II
Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir
kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş
I M A R I K…
Kürt
Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|