Ne dersiniz, yaptığı konuşma
içinde birbirine zıt iki şeyi peş peşe
söyleyerek alkış alan Erdoğan dışında
bir başka politikacı var mı? Yoksa politikacı
olmak böyle bir şey mi, taban tabana zıt şeyleri
ardarda söylemek politikacı olmanın gereklerinden
mi?
TC Başbakanı Erdoğan partisinin
10. Kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen etkinlikte
yaptığı konuşmada şöyle diyor:
“Kimsenin hukukunu çiğnememeye azami
özen göstereceğiz, kimseyi bizim gibi düşünmeye,
bizim gibi inanmaya zorlamayacağız. Her vatandaşımızın
hukukunu en az kendi hukukumuz kadar koruyacağız,
savunacağız.”
Ne kadar güzel sözler değil mi?
Son 30 yılını baskı,
zulüm ve kirli bir savaşla geçiren bir ülkenin hangi
vatandaşı bu söylenenlere şapka çıkarmaz?
Türk, Sunni Muslüman dışındaki
dini ve etnik kimliklerin inkar edilip amansız bir
asimilasyona tabi tutuldukları, resmi ideoloji dışındaki
fikir ve düşüncelere sahip olanlara bu dünyada cehennemin
yaşatıldığı Türkiye’de, Başbakan’ın
yukarıdaki sözlerinin altına imzasını
atmayacak bir ilerici ve demokrat var mı?
(Tüm söylem ve eylemlerini gözü kapalı
AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı
üzerine kuran solcular hariç tabii. Başbakan ağzı
ile kuş tutsa bile bu kesimleri inandıramaz.)
Başbakan yukarıdaki sözlerinin
devamında “dün 3 tane yavrumuzu şehit ettiler.
Açık söylüyorum, bıçak kemiğe dayanmıştır.
Bu ülkede bölücü terör örgütüyle arasına mesafe koymayanlar
da bu suça iştirak ediyorlar, bunu da buradan açıklamak
istiyorum ve onlar da bunun bedelini ödemeye mahkum olacaklardır.”
Sayın Başbakan;
Hani siz kimseyi kendiniz gibi düşünmeye,
inanmaya zorlayamayacaktınız?
Ne yani, bu ülkede yaşayanların
PKK ve eylemlerine sizin bakış acınızla,
devletin gözlükleri ve resmi ideoloji çerçevesinde bakmak
zorunda mı?
İnançlı biri olarak Ramazan ayına
özel bir önem atfetmeniz elbette anlaşılır
bir şeydir.
Askerlerin öldürülmesi karşısında
Ramazan nedeniyle sabırlı davranmanız da
öyle.
Peki, askerlerin öldürdüklerinin ailelerine
sabır dilemek de Ramazan ayının gerektirdiği
bir tavır değil midir?
Sadece PKK konusunda sizin gibi düşünmeyenleri
değil, onunla arasına mesafe koymayanları
da tehdit etmek, Ramazan’ın ruhuna uygun mu Sayın
Başbakan?
Peki Ramazan sonrası, kemiğe
dayanan bıçağın çekilmesi için ne yapacaksınız?
PKK ile arasına mesafe koymayanları,
örneğin BDP ve ona oy veren milyonlarca insana ne yapmayı
düşünüyorsunuz?
Onlara ne gibi bedeller ödeteceksiniz?
Çiller-Ağar ekibinin yaptıkları
gibi, “teröre yardım ve yataklık etme” gerekçesiyle
kalanlardan birkaç köyü de siz mi boşalttıracaksınız?
PKK’ye devletin yaklaşımı
ile bakmayanları JİTEMvari eylemlerle ortadan
mı kaldıracaksınız?
BDP’nin kapatılması için emir
mi verecek, Kürdlerin oylarıyla Meclis’e gönderdiklerini
dışarıya mı attıracaksınız?
PKK ile arasına mesafe koymayanları,
PKK konusunda sizin gibi düşünmeyenleri gözden çıkarttığınıza
göre, “ milletimizin, ülkemizin yolunu açacak” yeni anayasayı
kiminle yapacaksınız?
CHP
ile mi? MHP ile mi? Alperen Ocakları ile mi?
Bu
kesimlerle uzlaşarak yapacağınız anayasa
ne kadar yeni olacak, milletin ve ülkenin yolunu nasıl
açacak?
Ne
yapacaksınız Sayın Başbakan?
Bunları
yaparak Çillerleşecek misiniz yoksa?
“Ramazanın
bitiminden sonra bilesiniz ki bu ülkede barışın
miladı, bu barış ayıyla beraber, bu
dayanışma ayıyla birlikte çok daha farklı
olacak'' müjdesini veriyorsunuz.
Peki,
tehdit ve gerginlik yaratan bir uslub kullanarak, barışa
en çok ihtiyaç duyan Kürdlerin sizin gibi düşünmeyenlerini-ki,
sayıları bir haylidir- yok sayarak, onları
tehdit ederek “barışın miladını”
nasıl gerçekleştireceksiniz?
Kürdlerin
legal ve meşru temsilcilerini dikkate almadan, Kürdlerin
temel ulusal demokratik haklarını itiraf etmeden,
bu hakların hayat bulması için neler yapacaklarınızı
deklere etmeden, gerilla anasının acısını
da hissetmeden “barışın miladını”
nasıl ve kiminle oluşturacaksınız?
Ayrıca
“bizim kitabımızda öyle özerklik, mözerklik yok,
bunları unutsunlar!” diye buyuruyorsunuz?
Hani
siz kimseyi kendiniz gibi düşünmeye zorlamayacak, düşünce
ve fikirlere saygılı olacak, herkesin hukukunu
kendi hukukunuz gibi koruyacaktınız?
Sayın
Başbakan konuşmalarında şiir okumayı,
yaşanmış olayları hatırlatmayı
çok seviyor.
Ben
de kendisine yukarıdaki
“bizim kitabımızda öyle özerklik, mözerklik
yok” söylemine ilişkin yaşanmış bir
olay anlatayım.
1979
yılında Şahlık rejiminin yıkılması
sonrasında, Doğu Kürdistan’daki Kürdlerin yeni
rejimden taleplerini sunmak ve müzakerelerde bulunmak için,
Tahran’a Şeyh İzzeddin Hüseyni’nin başkanlığında
bir heyet gider.
Heyetin
hazırladığı metinde “Xod Muhtari” (Otonomi)
çerçevesinde Kürdlerin toplumsal ve siyasal talepleri yer
almaktadır.
Talepleri
okuyan, doğru ve haklı bulan Humeyni, kafayı
“Xod Muhtari” terimine takar. “Taleplerinizin hepsi makul,
ama Kuran’da xod muhtari yok” der ve heyet eli boş
döner.
Daha sonra yaşananlar biliniyor, tekrarlamak
gereksiz.
Ama Kürdlerin haklarını vermeyen
Humeyni’nin kurduğu rejim bugün çatırdıyor,
yok olmakla yüzyüze.
Başbakan’a önerim, eğer Humeyni
rejiminin kaderini yaşamak istemiyorsa, öyle “bizim
kitapta böyle şeyler yazmaz” deyip büyük konuşmasın.
Kürdlerin talepleri ortada ve defalarca
dile getirildi.
Yüreği yetiyorsa, “PKK ile arasına
mesafa koymayanları” tehdit etmek yerine, sözünü tutsun,
benim de sorunum” dediği Kürd sorunun çözümü doğrultusunda
yeni ve ciddi adımlar atsın.
Mütevazi olmak, karşısındakinin
fikirlerini doğru bulmasa da dikkate almak bir meziyettir.
Ama ne yazık ki bu meziyet Türk politikasında
karaborsa ve kolay kolay bulunmuyor.