Anılarımın 2. Cildi ve
Gerçeğin aynasına öfke
duyanlar...
Kemal Burkay
Sevgili okurlar,
Anılarımın ikinci cildinin yayımlanmasının
ardından gelen tepkilerin farkındasınız.
Bunların bazısı kitabımda adı geçen
kişilerden veya onların yakınlarından
geldi. Bazısı ise tümüyle ilgisiz kişilerden.
Anı yazmanın muhataralı bir iş olduğunu
tahmin ediyordum. Şimdi adını hatırlamadığım
bir köşe yazarının şu ilginç sözleri hatırımdadır:
“Anılarını yazanlara şaşıyorum.
Gerçeği yazsalar eşi dostu küstürürler, yazmasalar
anıların bir anlamı kalmaz.”
Söyledikleri akla yatkındı. Ama ben de söz konusu
“şaşılan” işi yapanlardan biriyim. Bununla
eşi dostu küstürdüm mü? Emin değilim. Daha henüz
yeterince hasar tespiti yapmadım...
Peki neden anılarımı yazdım? Bir kere
yazar olduğum, yazmayı sevdiğim için. 18 yaşımdan
beri yazarım ve yazın işinin çok çeşitli
dallarında –şiir, öykü, roman, tiyatro, deneme,
mizah ve elbet siyaset üzerine- çok yazdım. Bunların
içinde, 4 cilt tutan anılarım da var. Anılarımı
yazmanın diğer bir nedeni, bir siyaset ve edebiyat
adamı olarak yaşadığım döneme ilişkin
tanıklığımı diğer insanlarla,
hem bugünkü hem de gelecek kuşaklarla paylaşmaktır.
Anılarımın 1. Cildi’nin girişinde bu konuda
şöyle diyorum:
“Çoğu, anılarını yazmayıp yaşadıkları
olayların ve dönemin öyküsünü kısa da olsa bize
bırakmadıkları için, geçmişin politik
olaylarında rol oynamış Kürt aydınlarından
hep yakınmışımdır. Aynı duruma
düşmek istemem. Yaşadığım dönemde
ülkemin politik ve kültürel yaşamında katkım
ya da rolüm nedir, ne değildir, ayrı bir konu. Ama
gerek kişisel, gerek politik yaşamda ilginç ve önemli
bulduğum olayları, bunlara ilişkin duygu ve
düşüncelerimi diğer insanlarla paylaşmak isterim.
Bugünkü ve gelecek kuşaklar belki de ondan yararlanacaktır.”
Yine, anılarımın 2. cildinin bir yerinde tanınmış
Kürt yurtseveri ve siyaset adamı Osman Sebri’den söz
ediyorum. 1980 yılında Şam’daki görüşmemizde
kendisine anılarını yazıp yazmadığını
sormuştum. O ise “Hayır, yazmadım ve yazmam!”
diye cevap vermişti. Eğer yazarsa adı sanı
bilinen, tanınmış birçok Kürdün kirli çamaşırının
ortaya döküleceğini, Kürt hareketini kötü göstermek istemediğini
söyledi.
Ama Osman Sebri’nin anıları ölümünden sonra yayımlandı.
Demek ki ya daha sonra fikrini değiştirip bir şeyler
yazmıştı, ya da daha önceden bu amaçla tuttuğu
notlar vardı. Osman Sebri bu yazdıklarıyla
yaşadığı dönemi ve olayları ne ölçüde
yansıtabildi, ayrı bir konu; ama söz konusu anıların
yayınlanması yararlı olmuştur diye düşünüyorum.
Zaten gerçekler yazılmakla Kürt hareketine kötülük edilmiş
olmaz. Kötülük gerçeklerin gizlenmesindedir. Gerçeği
gizleyen ve ondan korkan toplum yarasını gizleyip
tedaviden kaçan kişi gibidir. Her toplumda olduğu
gibi Kürtlerde de iyinin yanı sıra kötü de vardır.
Bilgili ve olgun kişinin yanı sıra hem cahil
hem edepsiz vardır. Dürüst, ilkeli, onurlu, yiğit
kişinin yanı sıra yalancı, ikiyüzlü, onursuz
ve korkak olan da. Bu çeşitlilik siyaset dünyasında
da var. Tarihimizde bu türlerin hepsine rastlanır. Biz
birincilerin varlığından onur, ikincilerden
ise utanç duyarız.
Bir eserin değeri ise yazarına, onun çapına,
kültür düzeyine, kişilik özelliklerine bağlı.
Tarihten, yüzyıllar, hatta binyıllar öncesinden
süzülüp gelmiş seçkin eserler vardır, bugün de okuduğumuzda,
dil ve içerik olarak tadı damağımızda
kalan. İlyada ve Odise, Montaigne’in Denemeleri, Cervantes’in
Donkişot’u gibi... Öte yandan yazıldığı
anda bile ilgi çekmeyen, unutulan, çöplüğe düşüp
kağıt fabrikalarına giden sabun köpüğü
türünden nice ürün de...
Bugün yazdıklarımızın kaderini belirleyecek
olan da okurdur ve zamanın eleğidir. Bir eser düşünce
ve estetik olarak yarına kalmaya değerse kalır.
Anılarımın 2. cildine aldığım
tepkilere gelince... Bu tepkilerin bir bölümü, yukarda değindiğim
gibi, kitabımda adı geçen bazı kişilerden
veya onların yakınlarından geldi.
50 yılı aşkın süredir aktif siyasetin
içindeyim. Bunun 6-7 yılı Türkiye İşçi
Partisi’nde geçti, yönetici organlarda görev yaptım;
30 yıl kadar bir süre ise Kürdistan Sosyalist Partisi’nin
genel sekreteri idim. Bu nedenle doğal olarak anılarımda
görev gereği ilişkide olduğum insanlardan,
kısa ya da uzun süre birlikte çalıştığım
arkadaşlarımdan, örgüt içinde yaşanan sorunlardan
özetle de olsa söz ettim. Duruma göre bazen bir satırla,
bazen bir paragrafla, bazen de bir ya da birkaç sayfayla...
İlgili kişilerin olumlu yanlarının, mücadeleye
katkılarının yanı sıra, varsa kusurlarına
da değindim. Okuru sıkmamak, onu gülümsetmek –bazen
de acı acı gülümsetmek-, okumayı kolaylaştırmak
için olayları zaman zaman bir hikâye üslubunda verdim,
anlatıma ironi kattım. Bunu yapmasam onlar bir bürakratın,
ya da devlet adamının notları gibi sıkıcı
olurdu.
Sözünü ettiklerim yalnızca Kürt-Türk veya uluslararası
planda tanıştığım ünlü, tanınmış
edebiyat ve siyaset adamları değildi. Onların
yanı sara Terzi İsmail ve Terzi Kazım’dan,
Bakkal ve işçi Ali’lerden, öğretmen dostlarımdan,
yani sıradan emekçi insanlardan da söz ettim. Bunlar
arasında benim çok iyi, yürekli, dürüst arkadaşlarım
oldu ve bence onlar söz edilmeye değer insanlardı.
Yine mücadeleye emek veren çok sayıda insanın adını
verdim. Örneğin Roja Welat gibi bulundurulması bile
riskli olan bir gazeteyi dağıtırken gözaltına
alananlardan, cezaevlerinden, işkence çarklarından
geçen, bu mücadele içinde hayatlarını yitiren yoldaş
ve sempatizanlarımızdan söz ettim. Bana göre tarih,
seçkin diye nitelenen ünlü insanların öyküsünden ibaret
değildir veya öyle olmamalı.
Ama anılarımda adı geçen bazıları,
örgüt içinde yol açtıkları sorunlar nadeniyle kusurlarından
söz edilen kişiler, çoğunlukla öfkeli tepkiler gösterdiler.
Bunu anlıyorum. Kusur samur kürk olsa kimse üstlenmez
derler. Kusurunu görüp kendisi söyleyebilecek, ya da söylenince
anlayışla karşılayacak insan şu dünyada
azdır ve bu da ancak, Yunus gibi, “Yunus miskin çiğ
idin, piştin elhamdülillah” diyebilecek “insani kâmil”lere
özgüdür.
Bazıları ise sağ veya şimdi hayatta olmayan
yakınlarına, arkadaşlarına, hatta hemşehrilerine
yönelik eleştirilere öfkelenmişler. Bu öfkeyle,
kimi internet sitelerine yansıttıkları yazılarında
ölçüyü aşan, nezaket kurallarına bile uymayan bir
dil ve üslüp kullanıyorlar. Bu tutum, bu ülkede zaten
düşük olan eleştiri düzeyini daha da düşürüyor.
Bunun yanı sıra, yakınını, arkadaşını,
hemşehrisini bir tabuya çevirme, eleştiriden vareste,
kusurdan münezzeh görme anlayışı gerçekçi ve
makul değil. Siyasete girmiş olan kişi eleştiriye
açık olmalı. Siyasi aktörler yeri geldiğinde,
hayatta olmasalar bile eleştirilebilir. Çünkü siyaset
dünü ve bugünü ile bir bağlantı içindedir, aynı
zamanda toplumun geleceğini ilgilendiren bir uğraştır.
Geçmişin hatalarını görmeden, kavramadan onlardan
ders alamayız, geleceğe yönelik sağlıklı
politikalar belirleyemeyiz.
Ben de anılarımda, şunu bunu kötü gösterip
yüreğimi rahatlatmak için değil (çünkü yüreğim
zaten rahat, benim hayat öyküm ve ürünlerim ortada), işte
yukardaki nedenlerle yaşadığım döneme,
olaylara, örgütlere ve insanlara bir ayna tuttum. Bunu kendi
bakış açımla, görüp yorumladığım
kadarıyla çağdaşlarıma, aynı zamanda
gelecek kuşaklara yansıtmak istedim. Yaptıklarımızın
yanı sıra yapamadıklarımızın
nedenlerini tartıştım. Ayrıca ilgili kişilerin
olumlu yanlarını, katkılarını da
özellikle belirtim. Zaman zaman kendimi de eleştiri süzgecinden
geçirdim, keşke şöyle değil de böyle yapsaydım,
dedim.
Ne var ki çokları eleştirileri sindiremediler.
Yüzlerine tutulan ayna ya da çekilen fotoğraf onları
pek rahatsız etti. Arı kovanına çomak sokmuş
gibi oldum. Bu kişiler aynaya ya da objektife öfkelendiler,
akıllarına eseni, ağızlarına geleni
yazıp söyler oldular. Bazı internet siteleri de
bunu adeta fırsat sayıp böylelerine kucak açtılar.
Kitapta adları geçip yazılanları beğenmeyenler
kadar, hiç adı geçmeyenler, hatta adı sanı
belirsiz bazı kişiler, bulanık suda balık
avlayanlar bu haçlı cephesine katıldılar ve
bana saldırmak için kuyruğa girdiler. İşin
garibi, en cüretli ve düzeysiz saldırılar da bu
sonunculardan geldi.
Ben baştan bu tür tepkileri önemsemedim. Cevap konusunda
fikrimi soran arkadaşlarıma “Ben cevap vermiyorum,
kimsenin de cevap vermesine gerek yok,” dedim. Onların
itiraz ettikleri şeylerin cevabı zaten anılarda
vardı. Şimdiye kadar yayımlanan anılarımın
büyük boy birinci cildi 414 sayfa, ikincisi ise 650 sayfa
tutuyor. Orada söyleyeceklerimi zaten yeterince söylemişim.
Bu eleştirilere cevap vermeye kalksam bir o kadar daha
yazmam gerekecek. Buna ne zamanım var, ne de böyle bir
zahmete gerek var. Yazdıklarımı bir de şerh
etmem gerekmiyor. Dostlarım gibi düşmanlarım
da bilir ki ben düşmanım hakkında bile gerçek
dışı sözler etmem. Kanımca doğruluk
en başta insanın kendisine saygısının
bir gereğidir. Okuduğunu kavrayabilen, dürüst, vicdan
sahibi her okurum ve tanıdığım, yazdıklarımın
gerçeği yansıttığından kuşku
duymaz; bundan eminim.
Ama suskunluğumuzdan cesaret alan haçlı cephesi
işi azıttı ve bunlara yeni yeni müşteriler
katılmakta. Anlaşılıyor ki uzun siyasal
mücadelem boyunca şu veya bu nedenle benden gocunmuş,
benimle veya örgütümle hesabı olan; belki eleştirilerime
hedef olmuş, belki olumsuzlukları yüzünden örgütle
ilişkileri kesilmiş, ya da kendileri ayrılmış
bazı kişiler, bunların yanı sıra,
gerçek adını bile yazamıyacak kadar korkak,
ikiyüzlü veya karanlık başkaları, şimdi
bu durumu fırsat sayıp oklarını bana çeviriyor.
Bazı arkadaşlarım, dostlarım, bu manzaraya
bakınca şunu söylediler. “Abi, keşke bu adamlardan
hiç söz etmeseydin, buna değmezdiler!”
Aynı şeyleri düşünmedim değil, anılarımı
yazarken de düşünmüştüm. Osman Sebri ile ilgili
bölümde tam da bu konuya değinmiştim:
“Onun anılarla ilgili sözlerini ise unutamıyorum.
Kendi anılarımı yazarken de zaman zaman aynı
duyguları yaşıyor, ‘bunları yazmak ve
yayımlamak acaba doğru mu?’ diyorum. Hele birçoklarıyla
ilgili olarak, ‘böylelerinden söz etmeye değer mi?’ diye
düşünmekten kendimi alamıyorum...” (Anılar,
Cilt 2, s. 191).
İşte o “söz etmeye değmeyenler”, adları
sanları çoktandır unutulmuş olanlar, hatta
kendilerinden hiç söz etmediklerim, şimdi adeta üstlerindeki
ölü toprağını atıp bir bir ortaya çıkıyorlar...
Öte yandan, hem anılarımı yazıp hem de
böyle bir ayrım yapmak, “değmeyenleri” görmezden
gelmek, onlarla ilgili bölümleri ayıklamak ya da olumsuzluklarının
üstüne bir sünger çekmek, yani suya sabuna dokunmamak mümkün
müydü? Mümkün olsa bile doğru olur muydu? Fotoğrafta
büyük rötuşlar mı yapmalıydım? Kanımca
bu yanlış olurdu. Nitekim aynı bölümde, yukardaki
sözlerden sonra şöyle devam etmişim:
“Ama bu benim hayatım, mücadelemin öyküsü ve onu başkalarıyla
paylaştım; bana göre iyi ya da kötü olan, ya da
içlerinde şu ya da bu oranda hem iyiliği, hem kötülüğü
taşıyan insanlarla... Ben yaşadıklarımı
olduğu gibi yansıtmaya çalıştım.
Bunu ne denli becerdim, bilemem. Tüm objektif davranma çabalarıma
rağmen, kuşku yok, duygularım da işe karışmıştır.”
(Anılar, Cilt 2, s. 191-192).
Ayrıca, sevgili okurlar, anılarımı yazarken
bu tür saldırıları göze aldım. Bence bu
ülkede gerçeği söyleyecek insanlara her zaman gerek vardı,
bugün de var. Kendi payıma hayatım boyunca gerçeğe
ve vicdanıma sadık olmaya çalıştım.
Bu yüzden başımın ağrıması ilk
değil, olsun! Başım ağrısa da vicdanım
rahat.
Söz konusu koroda yer alanlara tek tek cevap verecek değilim.
Aslında bu yazıyı da yazmayı düşünmüyordum.
Ama haçlı cephesinin pervasızlığı
ve seviyesizliği, arkadaşlarım ve dostlarım
arasında yoğun tepkilere yol açtı, özellikle
genç arkadaşlarımın sabrı tükendi ve bu
saldırılara cevap verir oldular, ben de suskunluğumu
bozma gereği duydum.
Anılarımda yazılanlara tepki gösterenlerin
bir bölümünün kitabı hiç okumadığı ve
tümüyle ezbere konuştuğu anlaşılıyor.
Bunlar birbirlerinden ödünç aldıkları masalları
ve rivayetleri tekrarlalıyorlar. Benim, anlayışlı,
iyi niyetli, dürüst okurlardan istediğim ise şu:
Bu şamataya aldırmayın! Eğer gerçekten
ne yazdığımı bilmek istiyorsanız
kitap ortada, onu okuyun. Orada yazılanlar salt bu türden
“bahse değmez” kişilerle ilgili değil. 650
sayfalık bu 2. ciltte, onlarla ilgili bölümleri tümüyle
ayıklasam, kitaptan ancak 10-15 sayfa eksilir. Orada
yalnız tembeller, yanlış yapanlar, yoz kişiler
değil, çalışkan, dürüst, üretken ve direngen
pek çok kişiden de söz ediliyor. Onların bazıları
örgütümüzden ayrılıp gittiği halde değerlendirmem
değişmedi. Abdullah’a, Haço’ya, M. Şahin’e
ilişkin yazdıklarım bunun somut örneği.
Öte yandan, kitapta yaşadığımız
dönemin yurt ve dünya politikasına, ulusal ve uluslararası
plandaki gelişmelere, yürüttüğümüz mücadelenin,
sosyalizmin ve Kürt ulusal hareketinin çeşitli alanlarına
ilişkin geniş bilgiler ve değerlendirmeler
var. Okura asıl gerekli olanlar ise bu bilgilerdir.
Bir de değerini bilenler, zevkine varanlar için sözün
tadıdır...
Kemal Burkay
25 Nisan 2010
(Not: bu konuda yazmaya devam edeceğim).
----------------------------------
Yazarın önceki yazılarından:
Viyana-İzlanda,
Dil ve Şiir
Bir
Dünyalıyım
Kovancılar
Depremi, Lazaref, Dema Nû ve Newroz...
Geçmişten
bir sayfa...
Çok
laf değil, somut adımlar...
KÜRT
SORUNUNDA BU DURUMA NASIL GELİNDİ? 1960 VE SONRASI...
Pervasızlığın
bu kadarı:
“Balyoz” derbe planı...
Kar
– Şiir
Ali
Baba Kırk Haramiler Mağarasında
Açılımda eksikler ve yanlışlar
İki
ihtimal
Ergenekon
eylemde
Tüm barış ve demokrasi güçleri
uyanık olmalı
TBMM’de
Kürt Sorunu ve Dersim…
Statükocu
güçler, Ergenekon ve şiddet birbirine bağlı
Hey,
Hürriyet! Orada kimse yok mu?..
Aptallık
insana özgüdür
Alevi
sorununu çözmeye Munzur’dan başlayın!
Abdülmelik
Fırat’ın ardından
Aldatanlar
ve aldananlar...
Sisteme
kurban edilenler...
Ayıp
diye bir şey vardır, Bay Akyol!
Şu
bölme, bölünme hikâyesi...
Dema
Nu ile söyleşi
Ne
yazmalı?
Bu
nasıl devlet, bu nasıl yargı?!
Statüko
ile değişim arasında
Ahmet
Altan sapla samanı karıştırıyor
Kelepir fiyatına çözüm!
Barış
ve çözüm ortamı var mı?
Mardin
olayı üzerine
Nesimi,
Mahzuni, İhsani…
“Korku
imparatorluğu”
ve arkadaşım Turgut Kazan...
Hizbullah-PKK,
Jandarma silahları;
DTP’ye yönelik son operasyon
Güngören
bombaları
Ve bir kez daha haklı çıkarken…
Ergenekon
davası
Ve hukuk adına telaşlı çığlıklar...
Obama’nın
ziyareti derde derman oldu mu?
29
Mart Yerel Seçimlerinin Sonuçları
Gül
Kürdistan deyince...
Kar,
bahar ve Newroz üzerine…
DTP
sorumluları bu işlere ne der?
Bir
hastane yazısı
Yerel
Seçimler Üzerine
“Ergenekon”un
kısa bir tarihçesi
İşte
buna şaşıyorum!
Ergenekon
üstüne titreyenler...
Bu telaş neyin nesi?
Onlar
yalnız Ermenilerin değil, kendi halklarının
da düşmanı
Din-siyaset
ilişkileri
Ergenekon
ve 33 asker
Din
üzerine bir sohbet
Takke
düştü, kel göründü
Türkiye
sorunlarını neden çözemiyor?
Bezele
de Dağlıca gibi bir provokasyon
Ergenekon
ve Sol
Pirçandî û Pirsa Kurd
İçe kapanma olayı ya da kaplumbağa politikası
Kürtçe ve Türkçe yazma üzerine
Cambaza
mı bakalım, hırsıza mı?
Komplolar,
cinayetler, provokasyonlar… ”Devlet sırları!”
Sistemde açılan bu gedik önemlidir
Abant Platformu ve sömürgeci tezlerin yeni versiyonları
Ergenekon
ve Dağlıca
”Bilgi
Destek Planı” yıllardır yürürlükte..
Baskın
Hoca’nın genellemeleri…
Bu
nasıl bir ülkedir?
Umut ne AKP’de, ne Kemalizmde
AKP’nin “çözüm” paketi ve GAP
Kürt
sorununda ekonomi ve siyasetin bağı
Sabancı
Cinayeti’nin belgeleri de ortaya dökülürken...
AKP
değişimin partisi değil
Eski
film yeniden gösterimde mi?
Kedinin
boynuna çanı kim takacak?
Ülkeyi
batağa sokanlardan çözüm beklenemez
Yeni bir halk hareketine
gerek var
Canım
tepki göstermek istemiyor
Sadun
Hoca ve Hasretyan
Geçmiş olsun Sırp yoldaşlar!
Aslan
Asker Şwayk ”Panodaki Şiir”e Karşı!
Türban
ve laiklik üzerine
Ergenekon
ve Türk medyasının çözülen dili
Düzenli köşe yazılarıma
son verirken…
Hrant
Dink’i anarken
AKP
sistemle kaynaşırken..
Sekiz
asker, bomba olayı ve Erdoğan…
Tarih,
akıl ve ahmaklık üzerine
Kandil
Operasyonu; hedefler, sonuçlar
Kürtlerin
temsil sorunu
Sabah’taki
söyleşi, DTP ve temsil sorunu üzerine
Oyunun yeni perdesi ve değişen
taktikler
DTP’ye
yönelik kapatma davası
Bush-Erdoğan
görüşmesi ne sonuç verdi?
Militarizm
Türkiye’yi teslim almak istiyor
Katil
kim?.
PKK’nın
silah bırakmasına veya yeni bir ateşkese karşıyım!
Bu çılgınlıkla
nereye?..
Nasıl
bir anayasa? – 3
Militarizm barışa, demokrasiye, gelişmeye engel
Türkiye
Malezya olur mu? Keşke olabilse!
Nasıl
bir anayasa? – 2 Kemalizm ayak bağı oldu
Nasıl bir anayasa?
Bir
genel af ”PKK sorununu” bitirir mi?
DTP’nin
temel yanlışı ne?
Yedi
kızın acı öyküsü Yaşamadan Öldüler
Yakın
tarihe kısa bir gezinti
Kürdistan gerçeği, Kürt ulusal sorunu ve onurlu tavır
Türk
dış politikasının rüşvetleri…
Yezidi
Kürtlere yapılan saldırı
Türk
Parlamentosu ve Kürtler
Seçimlerde
Türkiye solu, Kürt Ulusal hareketi
22
Temmuz Seçimleri üzerine
Orman
yangınları kimin işi?
Dink
Davası ve Sivas
Bir
mum yakmaya devam…
Kuzeyde
bir hafta
Norveç sınırı, Laponlar, beyaz geceler…
Darbe
ayağa düştü
Darbe
planı işlemekte
Barzani
“PKK terörü”nü destekliyor mu?
Hükümet
gerçekleri halka anlatmalı
Sayın
Sezer, nereden nereye!
Son
terör eylemlerinin ardında kimlerin eli var?
Sistem
ne laik ne demokrat
“Dil
Devrimi” ve “Güneş Dil Teorisi” komedisi
“Türk
Tarih Tezi” komedisi
Paşalar
Cumhuriyeti, berdevam mı?.
Kürt
Dili nasıl kurtulur?
Türk
medyası ya da Yalancı Çoban
General,
istifa et!
Heyy,
orada bir Müslüman yok mu?!.
Irkçı
görüşlerin temeli yalan ve safsata-2
Türk-İslam
sentezi ve Kürtler, Aleviler...
Irkçı
görüşlerin temeli yalan ve safsata-1
Kim
olursa olsun!
“Bu
ırkçılık nerden çıktı?!”
Aman,
301’i değiştirmeyin!
Yanlışta
direnenler, Sopayı çözüm sananlar...
“Halkın
oyları” ve çıkar yol
Türkiye
batağa nasıl saplandı..
Kerkük
Kürdistan’a katılırsa...
Gerçek
katil kim?
Ankara
Konferansı üzerine
AB’ye
sırtını dönen Türkiye’de Savaş hazırlığı
mı, blöf mü?
Saddam
cezasını buldu
Çıkara
dayalı yanlış hesaplar
AB’nin
son kararı üzerine
Baker
Raporu ölü mü doğdu?
PKK
neden taktik değiştirdi?
İlkesizlik
ve Irak’ta çözüm
Bir
kez daha Ermeni sorunu üzerine
Değişime
direnen Türkiye
Sel,
yangın vb. “doğal felaketler” üzerine..
Kürdistan,
zenginlik içinde yoksul ülke..
Bir
şarkı, bir şiir
Fransız
Parlamentosu’nun kararı Ve Cezayir..
En
büyük devletsiz ulus..
Oyunu
gerçek sanmak-2
Oyunu
gerçek sanmak.. (1)
Ana-babalar
kirli savaşı sorgulamalı
Linç
salgını yayılırken…
Lübnan’dan
uzak dur, Kürdistan’a hücum!..
Uygarlıklar
Savaşı mı?
Türkiye’nin
Kerkük Sorunu!
Halkı
yalanla besleyen rejimler…
Irak’ı
bekleyen: Ya üçlü konfederasyon, ya üç ayrı devlet
Bölgemizde
ve Dünyada barış ve istikrar için..
Statükonun
yıkımına kim ağlar?
Terör
ve PKK bahane, Hedefler çok başka…
Hürriyet’in tehlike çanları!
Kırk katır mı, kırk satır mı?..
Demirel, Çiller, Ağar, Güreş… Bunlar tanık
mı, sanık mı?.
Şemdin’in
yakalanması, destanlar, balonlar…
Başı
türbanlı bir kadın neden cumhurbaşkanı
olmasın?..
Çetelerle
mücadelede hükümete destek vermeli
Ülkeyi
esir alan ahtapot...
Sular
ısınırken...
”Sanki
herkes kör, herkes zincirlerle bağlı…”
Bu
bir darbe değil mi?
Terör
ne, terörizm ne?
TBMM
Başkanı Arınç’ın kunuşması ve
demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki
askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin
Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş
terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı,
tutku ve akıl...
Derin
devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç
ve Ceza
Yine
bir şeyler dönüyor…
Sistem
çürümüş, dökülüyor
Irak’ta
iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey
olanlar..
ŞOVENİZMİN
ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At
izi it izine karışırken..
HAMAS
ve PKK…
Sağduyu
ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin
üstü örtülüyor
Adalet
mi rezalet mi?.
Genelkurmay
Gladyosuna sahip çıktı!
Türk
Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik
Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk
rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt
sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye
Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın
Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris
olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar
böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli
bir fırsattır
Bu
nasıl bir ilerleme?
Değişimi
anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz
üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin
AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son
gelişmeler üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar
üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun,
örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı
için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II
Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir
kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş
I M A R I K…
Kürt
Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|