Anılarımın 2. Cildi ve
Zeki Adsız’la ilgili tepkiler (3.
Bölüm)
Kemal Burkay
Anılarımla ilgili önceki iki yazım, gelen
eleştirilere topluca bir cevap niteliğinde idi.
Bu yazımda ise kitabımda Zeki Adsız’la ilgili
yazılanlar nedeniyle gelen tepkiler ve koparılan
gürültü üzerinde durmak istiyorum. Bu tepkiler bir duygu sömürüsü
biçimini aldığı için de cevap vermesi kaçınılmaz
oldu.
Zeki Adsız’la ilgili olarak kitabımda yer alan
bazı eleştiri ve değerlendirmelerin yakınları
tarafından hoş karşılanmamasını
anlıyorum. Ancak gerek onların, gerek fırsattan
istifade eden başkalarının, tam bir kampanyaya
dönüşen tepkilerindeki üslup oldukça ölçüsüz ve saldırgan.
Hem yazdıklarımı çarpıtıyor ve söylenmemiş
şeyleri söylenmiş gibi gösteriyor, hem de suskunluğumu
istismar edip ölçüyü her gün biraz daha kaçırıyorlar.
Bulanık suda balık avlayan kimi kişi ve çevreler
de bundan yararlanmaya çalışıyor ve olayı
körüklüyorlar.
Bir kere benim yazdıklarım, bazılarının
demagojik ifadesiyle “ölünün arkasından konuşmak”
değil. Zeki Adsız ölmüş olsa da bir siyasi
kişilik ve bu nedenledir ki adı bugün de geçiyor.
Onunla bir dönem, MK üyesi olarak birlikte çalıştık.
Örgüt politikasına ters düştüğü, ciddi sorunlara
yol açtığı için 1982 yılında örgütle
bağları kesildi. Benim, o dönemi değerlendirirken
bu sorunlardan ve Adsız’ın yanlışlarından
söz etmemden daha doğal ne olabilir. Siyaset adamları
öldükten sonra artık onlara yalnızca övgü mü yağdırılır?
Kusurlarından söz edilmez mi?
Kaldı ki kitabımda yazdıklarımı
esas olarak Zeki’nin sağlığında, söz konusu
sorun ve ayrışma yaşandığı zaman
da, örneğin daha 1982 yılında yazdığım
“Bozgunculara Şans Tanımayalım” adlı broşürde
dile getirmiştim. Zeki de o dönem çıkardığı
yayınlarda buna cevap vermişti.
Anılarımın 2. Cildi yayımlandıktan
sonra eşinin, çocuklarının ve diğer bazı
yakınlarının kitapta kullanılan “Zeki’nin
lumpen bir geçmişi vardı” sözüne alındıklarını
duydum. Zeki’nin dul eşi Şadiye Hanım bu duygularını
telefonla Sidar arkadaşımıza da iletmişti.
Elbet bu ifadeyi Zeki’ye hakaret için değil, ama onun
şiddet eğiliminin kökenlerini açıklamak için
kullandım. Kitap yayımlanıp da eşinin
ve öteki yakınlarının bundan rahatsız
olduklarını görünce, “keşke bu tabiri kullanmasaydım,”
diye düşündüm. Bunu Sidar arkadaşa gönderdiğim
mesajda dile getirdim ve Şadiye Hanım’a da iletebileceğini
söyledim. Sidar’a gönderdiğim mesaj şöyleydi:
“Seninle konuştuktan sonra, Şadiye Hanım’a
aşağıdaki notu göndermeyi yararlı buldum:
Onun ve çocuklarının, bu arada kardeşinin,
anılarımda rahmetli Zeki ile ilgili olarak yazdığım
bir sözden dolayı alınıp üzüldüklerini duyunca
doğrusu ben de üzüldüm. Kimseyi üzmek gibi bir amacım
yoktu. “Zeki’nin lumpen bir geçmişi vardı,” derken
gençlik dönemini kast ediyorum ve bunu vurup kırma, kavgacılık,
şiddete düşkünlük anlamında kullandım.
Zaten siyasal tutumunda da şiddet eğilimini eleştirmişim.
Ama eşinin, çocuklarının bu nedenle üzüleceklerini
bilsem söz konusu ifadeyi kullanmazdım. Şimdi de
keşke yazmasaydım, diyorum.
Anılarımda, yaşanan sorunlar gibi, Zeki’nin
örgütsel çalışmadaki olumlu katkıları
da var.
Şadiye Hanım’a bu notu ve selamlarımı
iletebilirsin.
Kemal Burkay
30 Aralık 2009”
Ne var ki, bu nazikçe gönül alma davranışım,
Şadiye Hanım’ı ve çocuklarını yatıştırmaya
yetmedi. Herhalde sağın-solun da etkisiyle bana
karşı bir kampanya başlattılar. Zeki’nin
kızı Şervan Adsız, bana ve yayınevine
gönderdiği ve kitabı dağıtımdan çekmemizi
isteyen bir mektubu internet sitelerine de yansıttı.
Bu mektupta benim Zeki’ye katil dediğim, kişiliğini
çarpıttığım ileri sürülüyordu. Şervan
Adsız’ın 22 Ocak 2010 tarihli mektubuna, 8 Şubat
tarihinde yazdığım, ama basına yansıtma
gereği görmediğim bir mektupla cevap verdim ve kendisini
o dönemde yaşadıklarımızla ilgili olarak
aydınlatmaya çalıştım. Ama söz konusu
kampanya sürüp geldiği ve hertürlü sınır ve
ölçüyü aşan bir saldırganlığa dönüştüğü
için, şimdi kamuoyunu da bu konuda bilgilendirmeyi gerekli
buldum ve mektubu aşağıda yayımlıyorum:
“Sayın Şervan Adsız’a
22 Ocak 2010 tarihli mektubunuza cevaptır:
Bildiğiniz gibi 30 yıla yakın süre Kürdistan
Sosyalist Partisi’nin Genel Sekreterliği’ni yaptım.
Babanız Zeki Adsız da 1970’li yılların
sonunda ve 1980’li yılların başında, 5-6
yıl kadar bir süre partimizin üyesi idi ve Merkez Komitesi
üyeliği yaptı. Sonra parti içinde yaşanan sorunlar
nedeniyle 1982 yılında yollarımız ayrıldı.
Anılarımın 2. Cildi’nde doğal olarak
partide birlikte çalıştığım insanlardan
ve yaşanan sorunlardan da söz etmişim. Bu nedenle
babanızın adı da yer yer geçmektedir. Ancak
iddia ettiğiniz gibi babanızın anısına
bir hakaret veya bir çarpıtma söz konusu değildir.
Herkesle ilgili olduğu gibi onunla ilgili olarak da objektif
davrandığım kanısındayım. Zeki
Adsız’ın katkılarının ve olumlu
yanlarının yanı sıra kusurlarından
ve yanlışlarından da söz ettim ve yaşanan
sorunların nedenlerini açıkladım. Belli bir
siyasi dönem ve yaşanan sorunlar değerlendirilirken
bu da son derece doğaldır. Bu, hem kamuoyunun doğru
bilgi edinmesi hem de gelecek kuşakların olan bitenden
dersler çıkarması için gereklidir.
Anılarımda yazılanlar yaşanan olaylardır,
kanıtları ve tanıkları vardır.
Mektubunuzda, babanızın biyografisinin kaba biçimde
çarpıtıldığını, kötülendiğini
ileri sürüyorsunuz. Oysa anılarımda babanızın
yanlışlarının yanı sıra, olumlu
yanları da objektif biçimde yansıtılmıştır.
Örneğin, kitabın 90. sayfasında “Zeki çalışkan,
cesur ve ilişki kurmakta başarılı bir
arkadaştı,” deniyor. Amaç kötülemek olsa kendisinden
böyle söz edilir mi?..
Kaldı ki Zeki Adsız’ın partiden ayrıldığı
dönemde de bu konular karşılıklı olarak
tartışıldı. Biz 1982 yılında
yazıp dağıttığımız “Bozgunculara
Şans Tanımayalım” adlı broşürde Zeki
Adsız’ın parti politikamıza ters düşen
kusur ve yanlışlarını yazdık, özellikle
de şiddeti esas alan çalışma anlayışını
eleştirdik. Adsız, partiden ayrılanlara şiddet
uygulanmasını öneriyordu. Bize rakip sol örgütlerle
mücadelede de şiddet öneriyordu. “Biz de PKK gibi biraz
silah patlatsak iyi olur,” diyordu. Kısacası, örgütümüzü
teröre bulaştıracak bir çaba ve tutum içinde idi.
Sorunları çözmekte şiddeti esas alan bu anlayış
bazen kendi yoldaşlarıyla ilişkilerine de yansıyordu.
Bir keresinde bir yoldaşıyla tartışırken
onu tokatlamıştı.
Bu tutum örgütümüzde 1980 başlarında ciddi sorunlara
yol açtı, bu nedenle konu Temmuz 1982’de yapılan
Merkez Komitesi toplantısında tartışıldı,
Zeki Adsız’ın tutumu mahkum edildi ve oybirliğiyle
kendisinden özeleştiri istendi. Bunu yapmayınca
da yine oybirliğiyle örgütten ihraç edildi.
Anılarımda Zeki Adsız’la ilgili olarak dile
getirilen görüşlerin hemen hemen aynısı söz
konusu “Bozgunculara Şans Tanımayalım” adlı
broşürde de dile getirilmiş, o da bu eleştirilere
kendi grubunun çıkardığı yayınlarda
cevap vermişti. Yani bu görüşlerin dile getirilmesi
ve böylesi bir tartışma yeni değil, babanızın
sağlığında ve 28 yıl önce yaşandı,
herhangi bir yargı sürecine de konu olmadı.
Anılarımın hiçbir yerinde babanıza “katil”
demiş değilim. Gençliğinde bir kişiyi
bıçaklaması ile ilgili olayı kendisi bana,
tekrar tekrar ve övünerek anlatmıştı. (Bu nedenle
birkaç yıl cezaevinde yattığını elbet
bilirsiniz.) Bir insan hayatında, özellikle de gençlik
döneminde böyle bir hata yapmış olsa bile, onu olgun
sayılacak bir yaşta, hem de sorumlu bir siyasal
konumda iken övünerek anlatması, takdir edersiniz ki
pek de normal bir durum sayılmaz.
Şervan Hanım, bu tür olayların yazılmış
olması belki sizi ve annenizi üzmüştür. Ama bunlar
gerçek olaylar. Onları yazmaktan muradım ise birilerini
üzmek değil, o dönemde yaşadığımız
sorunlara açıklık kazandırmaktır. Öte
yandan, eğer partimizde babanızın şiddeti
esas alan yöntemleri geçerli olsaydı, başka insanlar
ve toplum için çok daha acılı ve üzücü sonuçlar
doğardı. Ben ve partimizin diğer yöneticileri
ise, örgütün böylesine ağır bir yanlışa
düşmesini engelledik ve eminim ki iyi bir iş yaptık.
Anılarımda da anlattığım gibi, bizim
iyi niyetli çabalarımız babanız Zeki Adsız’ı
söz konusu yanlış tutumundan döndermeye ne yazık
ki yetmedi, sonuçta da yollarımız ayrıldı.
Kitabımda babanızla ilgili olarak dile getirilen
konularda siz veya başkası farklı düşünebilir
ve görüşlerinizi yayın yoluyla duyurabilirsiniz;
zaten bunu yapmaktasınız.
Bir tanıdığım, kitapta kullanılan
bir tabirden dolayı annenizin ve çocuklarının
üzüldüğünü iletince, “Onları üzmek istemezdim, keşke
bu tabiri kullanmasaydım”, dedim, bununla da kalmayıp
annenize bir not halinde ilettim. Bu, kullandığım
ifade haksız ve yersiz olduğu için değil, salt
bir yanlış anlamayı düzeltmeye yönelik insani
bir tavırdı. Bunu özür dileme biçiminde yorumlamış
ve kamuoyuna da böyle yansıtmışsınız.
Yanlış yaptığıma inansam elbet özür
de dilerim ve bu hiç ayıp değil. Ancak özür dileyecek
herhangi bir haksızlık yaptığım kanısında
değilim.
Sonuç olarak “Anılar ve Belgeler, Cilt 2” adlı
kitabımda babanızın kişilik haklarına
ve bu arada sizin haklarınıza bir saldırı
söz konusu değildir. Bu nedenle kitabın yayından
men edilmesini istemenin haklı hiçbir yanı yoktur.
İddialarınız ve talepleriniz yersizdir.
Bilginize sunulur.
Kemal Burkay
8 Şubat 2010”
* * *
Sevgili okurlar,
Elbet bu konuda söylenip yazılabilecek daha çok şey
var. Kitabımda dile getirdiklerimi kanıtlayan belgeler,
bizzat Zeki Adsız’ın o dönemde yazdığı
yazılar var. (Örneğin 1981 tarihli bir yazı,
yine 1982 tarihli ve “Zorunlu Bir Açıklama” adını
taşıyan diğer bir yazı ve K. Saleh adıyla
yazılan “TKSPde Oportünizm ve Bir Eleştiri Üzerine”
başlıklı bir kitap var. Bunlar mutlaka kendi
ailesinin ve arkadaşlarının arşivinde
de bulunur.
Zeki Adsız’la ilgili olarak bana karşı kampanya
açanlar, yukardaki belgelerin yanı sıra, Adsız’ın
bizden ayrıldıktan sonra Lübnan’da açtığı
kampta yaşananlara dair, bu kampta yer alan iki kişinin
“Baran” ve “Aryan” kod adlarıyla yazıp yayımladıkları,
Ağustos 1989 tarihli ortak açıklamaya baksınlar.
Bu açıklamada okuyanın ağzını açık
bırakacak şeyler var. O zaman belki de bana karşı
kopardıkları gürültü nedeniyle biraz utanırlar...
Bazıları çok unutkan olsa ve geçmişi hatırlamak
istemese bile, kamuoyuna yönelik bu açıklama, bende olduğu
gibi, herhalde Z. Adsız’ın kendi arşivinde
ve arkadaşlarında da vardır...
Bugün Zeki Adsız’la ilgili olarak bir bardak suda fırtına
koparanlar, buna kulak ve destek verenler, asıl Partimizin
içinde yaşanan söz konusu sorun ve onun yol açtığı
tartışmayla ilgili olarak tarafların tutumunun
ne derece doğru veya yanlış olduğu üzerinde
düşünsünler ve şu sorulara cevap versinler:
Örgütten ayrılanlara karşı şiddet kullanmak
doğru mudur? Başka sol ve yurtsever örgütlerle görüş
ayrılığı ve tartışma olduğunda
şiddete başvurmak doğru bir tavır mıdır?
12 Eylül öncesi Türkiye solunda ve bazı Kürt örgütlerinde
görülen türden bireysel terör eylemleri devrimci ve yurtsever
harekete yarar mı yoksa zarar mı vermiştir?
Partimizin bu konudaki politikası başından
beri netti. Örgüt içinde demokratik tartışma ve
karar alma anlayışı her zaman geçerli oldu.
Yanlış yapanları ise, yanlışlarından
vazgeçiremeyince ve başka çözüm yolu kalmayınca
örgütümüzden dışladık. Eğer ben ve merkez
komitemizin çoğunluğu bu tür eğilimleri engellemeseydik,
belki de Mehdi dahil, örgütümüzden ayrılan ve bu gün
yazdıklarımdan dolayı bana öfkelenen bazıları
çoktan yaşamıyor olacaktı. Bunu bilen çokları
hâlâ sağdır ve Mehdi’nin kendisi de bunlar arasındadır.
Diğer sol ve yurtsever örgütlere karşı da
şiddeti yöntem olarak reddettik. Bu yüzden rejimin Kürt
örgütleri arasında çatışma yaratma planlarını,
en azından kendimizle ilgili olarak boşa çıkardık,
şiddet ve kardeş kavgası sarmalına düşmedik.
(Devam Edecek)
----------------------------------
Yazarın önceki yazılarından:
Viyana-İzlanda,
Dil ve Şiir
Bir
Dünyalıyım
Kovancılar
Depremi, Lazaref, Dema Nû ve Newroz...
Geçmişten
bir sayfa...
Çok
laf değil, somut adımlar...
KÜRT
SORUNUNDA BU DURUMA NASIL GELİNDİ? 1960 VE SONRASI...
Pervasızlığın
bu kadarı:
“Balyoz” derbe planı...
Kar
– Şiir
Ali
Baba Kırk Haramiler Mağarasında
Açılımda eksikler ve yanlışlar
İki
ihtimal
Ergenekon
eylemde
Tüm barış ve demokrasi güçleri
uyanık olmalı
TBMM’de
Kürt Sorunu ve Dersim…
Statükocu
güçler, Ergenekon ve şiddet birbirine bağlı
Hey,
Hürriyet! Orada kimse yok mu?..
Aptallık
insana özgüdür
Alevi
sorununu çözmeye Munzur’dan başlayın!
Abdülmelik
Fırat’ın ardından
Aldatanlar
ve aldananlar...
Sisteme
kurban edilenler...
Ayıp
diye bir şey vardır, Bay Akyol!
Şu
bölme, bölünme hikâyesi...
Dema
Nu ile söyleşi
Ne
yazmalı?
Bu
nasıl devlet, bu nasıl yargı?!
Statüko
ile değişim arasında
Ahmet
Altan sapla samanı karıştırıyor
Kelepir fiyatına çözüm!
Barış
ve çözüm ortamı var mı?
Mardin
olayı üzerine
Nesimi,
Mahzuni, İhsani…
“Korku
imparatorluğu”
ve arkadaşım Turgut Kazan...
Hizbullah-PKK,
Jandarma silahları;
DTP’ye yönelik son operasyon
Güngören
bombaları
Ve bir kez daha haklı çıkarken…
Ergenekon
davası
Ve hukuk adına telaşlı çığlıklar...
Obama’nın
ziyareti derde derman oldu mu?
29
Mart Yerel Seçimlerinin Sonuçları
Gül
Kürdistan deyince...
Kar,
bahar ve Newroz üzerine…
DTP
sorumluları bu işlere ne der?
Bir
hastane yazısı
Yerel
Seçimler Üzerine
“Ergenekon”un
kısa bir tarihçesi
İşte
buna şaşıyorum!
Ergenekon
üstüne titreyenler...
Bu telaş neyin nesi?
Onlar
yalnız Ermenilerin değil, kendi halklarının
da düşmanı
Din-siyaset
ilişkileri
Ergenekon
ve 33 asker
Din
üzerine bir sohbet
Takke
düştü, kel göründü
Türkiye
sorunlarını neden çözemiyor?
Bezele
de Dağlıca gibi bir provokasyon
Ergenekon
ve Sol
Pirçandî û Pirsa Kurd
İçe kapanma olayı ya da kaplumbağa politikası
Kürtçe ve Türkçe yazma üzerine
Cambaza
mı bakalım, hırsıza mı?
Komplolar,
cinayetler, provokasyonlar… ”Devlet sırları!”
Sistemde açılan bu gedik önemlidir
Abant Platformu ve sömürgeci tezlerin yeni versiyonları
Ergenekon
ve Dağlıca
”Bilgi
Destek Planı” yıllardır yürürlükte..
Baskın
Hoca’nın genellemeleri…
Bu
nasıl bir ülkedir?
Umut ne AKP’de, ne Kemalizmde
AKP’nin “çözüm” paketi ve GAP
Kürt
sorununda ekonomi ve siyasetin bağı
Sabancı
Cinayeti’nin belgeleri de ortaya dökülürken...
AKP
değişimin partisi değil
Eski
film yeniden gösterimde mi?
Kedinin
boynuna çanı kim takacak?
Ülkeyi
batağa sokanlardan çözüm beklenemez
Yeni bir halk hareketine
gerek var
Canım
tepki göstermek istemiyor
Sadun
Hoca ve Hasretyan
Geçmiş olsun Sırp yoldaşlar!
Aslan
Asker Şwayk ”Panodaki Şiir”e Karşı!
Türban
ve laiklik üzerine
Ergenekon
ve Türk medyasının çözülen dili
Düzenli köşe yazılarıma
son verirken…
Hrant
Dink’i anarken
AKP
sistemle kaynaşırken..
Sekiz
asker, bomba olayı ve Erdoğan…
Tarih,
akıl ve ahmaklık üzerine
Kandil
Operasyonu; hedefler, sonuçlar
Kürtlerin
temsil sorunu
Sabah’taki
söyleşi, DTP ve temsil sorunu üzerine
Oyunun yeni perdesi ve değişen
taktikler
DTP’ye
yönelik kapatma davası
Bush-Erdoğan
görüşmesi ne sonuç verdi?
Militarizm
Türkiye’yi teslim almak istiyor
Katil
kim?.
PKK’nın
silah bırakmasına veya yeni bir ateşkese karşıyım!
Bu çılgınlıkla
nereye?..
Nasıl
bir anayasa? – 3
Militarizm barışa, demokrasiye, gelişmeye engel
Türkiye
Malezya olur mu? Keşke olabilse!
Nasıl
bir anayasa? – 2 Kemalizm ayak bağı oldu
Nasıl bir anayasa?
Bir
genel af ”PKK sorununu” bitirir mi?
DTP’nin
temel yanlışı ne?
Yedi
kızın acı öyküsü Yaşamadan Öldüler
Yakın
tarihe kısa bir gezinti
Kürdistan gerçeği, Kürt ulusal sorunu ve onurlu tavır
Türk
dış politikasının rüşvetleri…
Yezidi
Kürtlere yapılan saldırı
Türk
Parlamentosu ve Kürtler
Seçimlerde
Türkiye solu, Kürt Ulusal hareketi
22
Temmuz Seçimleri üzerine
Orman
yangınları kimin işi?
Dink
Davası ve Sivas
Bir
mum yakmaya devam…
Kuzeyde
bir hafta
Norveç sınırı, Laponlar, beyaz geceler…
Darbe
ayağa düştü
Darbe
planı işlemekte
Barzani
“PKK terörü”nü destekliyor mu?
Hükümet
gerçekleri halka anlatmalı
Sayın
Sezer, nereden nereye!
Son
terör eylemlerinin ardında kimlerin eli var?
Sistem
ne laik ne demokrat
“Dil
Devrimi” ve “Güneş Dil Teorisi” komedisi
“Türk
Tarih Tezi” komedisi
Paşalar
Cumhuriyeti, berdevam mı?.
Kürt
Dili nasıl kurtulur?
Türk
medyası ya da Yalancı Çoban
General,
istifa et!
Heyy,
orada bir Müslüman yok mu?!.
Irkçı
görüşlerin temeli yalan ve safsata-2
Türk-İslam
sentezi ve Kürtler, Aleviler...
Irkçı
görüşlerin temeli yalan ve safsata-1
Kim
olursa olsun!
“Bu
ırkçılık nerden çıktı?!”
Aman,
301’i değiştirmeyin!
Yanlışta
direnenler, Sopayı çözüm sananlar...
“Halkın
oyları” ve çıkar yol
Türkiye
batağa nasıl saplandı..
Kerkük
Kürdistan’a katılırsa...
Gerçek
katil kim?
Ankara
Konferansı üzerine
AB’ye
sırtını dönen Türkiye’de Savaş hazırlığı
mı, blöf mü?
Saddam
cezasını buldu
Çıkara
dayalı yanlış hesaplar
AB’nin
son kararı üzerine
Baker
Raporu ölü mü doğdu?
PKK
neden taktik değiştirdi?
İlkesizlik
ve Irak’ta çözüm
Bir
kez daha Ermeni sorunu üzerine
Değişime
direnen Türkiye
Sel,
yangın vb. “doğal felaketler” üzerine..
Kürdistan,
zenginlik içinde yoksul ülke..
Bir
şarkı, bir şiir
Fransız
Parlamentosu’nun kararı Ve Cezayir..
En
büyük devletsiz ulus..
Oyunu
gerçek sanmak-2
Oyunu
gerçek sanmak.. (1)
Ana-babalar
kirli savaşı sorgulamalı
Linç
salgını yayılırken…
Lübnan’dan
uzak dur, Kürdistan’a hücum!..
Uygarlıklar
Savaşı mı?
Türkiye’nin
Kerkük Sorunu!
Halkı
yalanla besleyen rejimler…
Irak’ı
bekleyen: Ya üçlü konfederasyon, ya üç ayrı devlet
Bölgemizde
ve Dünyada barış ve istikrar için..
Statükonun
yıkımına kim ağlar?
Terör
ve PKK bahane, Hedefler çok başka…
Hürriyet’in tehlike çanları!
Kırk katır mı, kırk satır mı?..
Demirel, Çiller, Ağar, Güreş… Bunlar tanık
mı, sanık mı?.
Şemdin’in
yakalanması, destanlar, balonlar…
Başı
türbanlı bir kadın neden cumhurbaşkanı
olmasın?..
Çetelerle
mücadelede hükümete destek vermeli
Ülkeyi
esir alan ahtapot...
Sular
ısınırken...
”Sanki
herkes kör, herkes zincirlerle bağlı…”
Bu
bir darbe değil mi?
Terör
ne, terörizm ne?
TBMM
Başkanı Arınç’ın kunuşması ve
demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki
askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin
Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş
terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı,
tutku ve akıl...
Derin
devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç
ve Ceza
Yine
bir şeyler dönüyor…
Sistem
çürümüş, dökülüyor
Irak’ta
iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey
olanlar..
ŞOVENİZMİN
ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At
izi it izine karışırken..
HAMAS
ve PKK…
Sağduyu
ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin
üstü örtülüyor
Adalet
mi rezalet mi?.
Genelkurmay
Gladyosuna sahip çıktı!
Türk
Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik
Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk
rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt
sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye
Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın
Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris
olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar
böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli
bir fırsattır
Bu
nasıl bir ilerleme?
Değişimi
anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz
üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin
AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son
gelişmeler üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar
üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun,
örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı
için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II
Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir
kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş
I M A R I K…
Kürt
Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|