Siyam İkizleri: Derin
Devlet ve PKK
Kemal Burkay
PKK’nın ANF adlı ajansında zaman zaman benimle
ilgili, yalan, iftira, küfür ve tehdit içeren yazı ve
haberlere, 7 Ağustos tarihli açıklamsıyla Murat
Karayılan da katıldı.
Elbet böyle şeyler PKK’dan beklenmez değil. Kamuoyu
buna alışıktır. Üstelik bu ajansın
temel işlerinden biri budur. Öteden beri muhaliflerine
karşı aynen Türk derin devleti gibi psikolojik savaş
yöntemlerine başvurmaktadır. Bunu, ”karşıtına
benzemek” olarak niteleyebiliriz. Ama bu ”karşıt”
ifadesi PKK’ye uymaz. PKK derin devletin karşıtı
sayılmaz. Çünkü kendileri, benim 32 yıldan beri
söylediğim gibi, Türk derin devletinin ”görkemli” bir
eseridir. Bir porovakasyon örgütü olarak ortaya çıkmış
ve daha ortaya çıkar çıkmaz Kürt hareketini bir
bütün olarak karşısına almıştır.
Bugün de yaptığı budur.
Öcalan nasıl İmralı’dan Türk Genelkurmayı
tarafından yönlendiriliyorsa, bu ajansın da Genelkurmay’ın
adamları tarafından yönetildiğine kuşkum
yoktur. Öcalan yakalandıktan sonra yeni bir düzenleme
yapıldı. PKK’nın ve kurumlarının
kilit noktalarına Genelkurmay’ın adamları yerleştirildi.
Öcalan’ın bir avuktıyla Genelkurmay görevlisi bir
subay arasında buna ilişkin yapılan görüşmenin
belgesi, iki yıl kadar önce Ergenekon iddianamesine,
oradan da medyaya yansımıştı. PKK içindeki
50 kadar genç Türk subayına ilişkin olarak medyada
çıkan haberler ise taze sayılır.
Şimdi, tüm olup bitenler, söylenip yazılanlarla
PKK’nın Genelkurmay güdümlü eylemleri ve işbirlikçi
politikaları ortaya serilirken derin devletin ve PKK’nın
bu şekilde savunmaya, hatta saldırıya geçmesi
şaşırtıcı değil. Ama doğrusunu
söyleyeyim, benimle ilgili böylesi düzeysiz söz ve iddiaları
Karayılan’dan beklemiyordum. Çünkü, Neşe düzel’le
söyleşide de özellikle belirttiğim gibi, ben PKK’nın
tüm komutanlarını, hele hele sıradan savaşçılarını
ajan filan diye nitelemiyorum, böyle bir kanıda değilim.
Ama kilit noktalara sızmış bir miktar ajan
zaten bir örgütü batağa çekmeye yeter.
PKK, 1989 yılında Öcalan’a yönelik bir suikast
masalı uydurmuş ve bizzat Öcalan o zaman PKK içinde
yüz dolayında ajan olduğunu, bunlardan 40 tanesinin
(!) bu olay nedeniyle yakalandığını ileri
sürmüştü. PKK’nın o zamanki yayın organı
Serxwebûn gazetesi, eylül 1989’dan başlayarak dizi dizi
”ajan” resimleri ve onların itiraflarını yayımlamıştı!
İddiaya göre geriye kalan onlarcası ise duruyordu
ve onların ne olduğu anlaşılamadı…
(Bakınız: PKK’nın ’Ajan Provokatörlerle’
Savaşı adlı yazı; Riya Azadi, sayı
131, Kasım 1989).
Yukardaki olaya ve Öcalan’la Serxwebûn’a bakılırsa
PKK’nın içi ajan provokatör kaynıyor. İki tane
ajan provokatör bile bir örgütün başına çorap örmeye
yeterken, bunca ajan neler yapmaz! Tabi ben, Öcalan’a ve Serxwebûn’un
aylar süren söz konusu resimli ve itiraflı ajan dizilerine
rağmen PKK içinde bu kadar çok ajan olduğuna inanmadım.
Her zamanki gibi, insanları aptal yerine koyup abartıyorlardı!
Üstelik Öcalan gerçek ajanları değil, yurtseverleri,
kendisine ters düşenleri ajan diye suçlar ve işini
bitirirdi… Hep böyle oldu. Örneğin ajan ya da hain diye
suçlanıp öldürülen Resul Altınok, Enver Ata, Çetin
Güngör (Semir), Mehmet Şener, Hikmet Fidan ve daha onlarca,
yüzlerce PKK’lı hain filan değillerdi. Bunlar, yurtsever
duygularla, gerçekten de Kürt halkının kurtuluşu
için PKK’ya katılmış, büyük emek vermiş,
ama zamanla PKK’nın izlediği Kürt ulusal mücadelesine
zarar veren yanlış politikaları ve karanlık
ilişkileri fark ederek ona karşı tavır
alan, eleştiri yönelten yürekli, yurtsever insanlardı.
Ben Öcalan’ın başından beri PKK içindeki bir
nolu derin devlet adamı olduğundan hiç kuşku
duymadım. Bunu daha 30 yıl önce belirttim. Elimde
MİT’in arşivleri yoktu elbet, ama yaptıklarına
bakarak bu sonuca varmak için kâhin olmaya gerek yoktu. Siyasetten
azıcık anlayan ve Kürt hareketini iyi tanıyan,
gözleyen biri bu sonuca kolaylıkla varırdı.
Zaten bunu Öcalan’ın kendisi pek çok kez, aklı olanın
anlayacağı biçimde itiraf etti. PKK içindeki diğer
bazı ajanlar, derin devlet adamları ise çeşitli
Kürt çevrelerince ve bizzat PKK’dan ayrılanlarca, inanılır
kanıtları, delilleriyle deşifre edildiler.
Bunlara hiçbir şey olmadı. Onlar bugün de PKK içinde
aktifler ve etkin konumdalar.
Ama Murat Karayılan’la ilgili bugüne kadar böyle bir
iddiada bulunmadım. PKK içinde ve silahlı örgütte
bulunduğu konuma rağmen onu ve bazı başkalarını
ajan diye suçlamadım. Yeterince kanıt yokken kimsenin
günahına girmem. Onların her şeye rağmen
yurtsever duygular taşıdığını
düşündüm ve kendilerini ulu orta suçlamadım. Ama
belli ki ajan olmamak yetmiyor. Bunlar aynen, kimi Türk subayları
gibi, sonunda ”devlet politikası”nı (PKK üye ve
yöneticileri bakımından örgüt politikasını)
hayata geçirmekteler. O politika ise ne yazık ki ”olağanüstü
güçlere sahip Serok” tarafından değil, Genelkurmay
tarafından tespit ediliyor. Öyle olunca da Murat Karayılan
gibilerin yapabilecekleri fazla bir şey yok. Sonuçta
o bir emir kulu. Nitekim bana saldırma işini de,
Karasu yetmemiş ki, bu kez ona vermişler.
Bu durum elbet Karayılan’ı sorumluluktan kurtarmıyor.
Üstelik böylesine yalan, iftira, küfür dolu bir beyanın
altına imza atmakla düzeyinin düşüklüğünü de
göstermiş oluyor.
PKK kendisi, 1970’li yıllarda, derin devlet ürünü bir
provoksyon örgütü olarak ortaya çıkmışken,
ilk işi bizi ve diğer Kürt örgütlerini sömürgeci
rejime işbirlikçilikle suçlamak oldu. Bir MİT ajanı
olarak Kürt siyasetine sokulan Öcalan ve adamları, başkalarını
ajanlık ve hainlikle suçlayarak kamuoyunda tam bir bilgi
kirliliği ve güdümlü eylemlerine, cürümlerine gerekçe
yaratmaya çalıştılar. Öcalan, yukarda da değindiğim
gibi, bunu örgüt içinde de sürdürdü ve Bekaa ile Kürdistan
dağlarını, örgüte güvenip temiz duygularla
kendilerine katılmış pek çok Kürt genci için
infaz yerine, mezarlığa çevirdi.
Karayılan da aynı yönteme başvuruyor, PKK’yi
eleştiren ve görüşleri medyaya yansıyan pek
çok Kürt aydınını ve yurtseverini ”özel savaşın”
adamı ve ajan olmakla suçluyor. Özel olarak da benim
adımı veriyor. Besbelli buna kargalar güler. Oysa
kimin Türk derin devletinin özel savaşına hizmet
ettiği, bundan da öte, eski adı Kontrgerilla” olan
Özel Harp Dairesi’nce yönlendirildiği son derece açık.
Son dönemdeki eylemleriyle PKK artık yüzündeki maskeyi
tümüyle sıyırıp atarak statükonun tam gaz hizmetinde
olduğunu göstermedi mi? Karakol baskınlarının
şike eylem, danışıklı döğüş
olduğunu artık çocuklar bile öğrendi. Reşadiye,
Dörtyol eylemleri JİTEM ve Ergenekon eylemleri iken,
PKK gönüllü olarak üstlendi. Büyük ihtimalle daha önceki İskenderun
ve Ciwarek (Yayladere) eylemleri de öyleydi.
Son dönemde sıkışan Ergenekon ve Genelkurmay,
PKK eylemleriyle durumu tersine çevirmek için canhıraş
bir çaba içinde. PKK ise istenilen yönde eylem yapmakla kalmıyor,
JİTEM’in yaptığı eylemleri bile üstleniyor.
İşi Genelkurmay’ın masumiyetini savunmaya,
yani sözde savaştığı militarist odağın
avukatlığını yapmaya kadar vardırıyor.
Böyle bir durumda bazı Kürt aydınlarının
yaptığı, Kürt halkına tam bir ihanet olan
bu politikayı eleştirmek, kamuoyunu tuzaklar karşısında
uyarmaktır. Ama belli ki PKK şefleri bu kadarına
bile tahammül edemiyorlar. Ergenekon’un bir işaretiyle
bize karşı saldırıya geçiyorlar. Hem suçlu,
hem güçlü pozundalar.
Karayılan benim PKK’ya ”100 özel savaş elemanının
veremiyeceği zararı otuz yıldan beri verdiğimi”
ileri sürmektedir. Bunu nasıl yapıyorum? Görüşlerimi
söyleyip yazarak!..
Peki ben PKK’yı 30 yıldan beri boşuna mı
eleştiriyorum? PKK ortaya çıktığı
gün, partimiz PSK dahil, sahnedeki tüm Kürt yurtsever ve devrimci
örgütlerine savaş ilan etti, bizi yok etmeye çalıştı.
Bu tam da sömürgeci rejimin istediği şeydi. PKK
darbe öncesi, MHP ve benzeri örgütlerle birlikte ortamı
ve Kürt hareketini terörize etti. Bu tam da12 Eylül faşist
cuntasının istediği şeydi. PKK daha sonra
kadrolarının bir bölümünü Suriye’ye geçirdi ve Suriye’nin
denetimine girdi. 1984 yılında Suriye güdümlü silahlı
eylemi başlattı. Türk rejimi de bundan yararlanıp
Kürdistan’a karşı düşündüğü planı
hayata geçirdi; 4-5 bin köyü yakıp yıktı, milyonlarca
insanı sürdü, Kürdistan’ın kırsal alanlarını
boşalttı. Bununla ve 17.000 faili meçhul cinayetle
Kürt aydınlarını ve demokrasi güçlerini sindirdi.
Sonuçta PKK’nın yaptığı, bu zamansız
ve güdümlü savaşla Küdistan’ı kurtarmak değil,
Kürt devrimine düşük yaptırmak oldu.
Ya 1980’li yıllarda, Avrupa’da bize ve öteki yurtsever
güçlere karşı yürütülen terör; Newroz baskınları,
cinayetler, dernek yakmalar?.. Ya 1990’lı yıllarda
güneyli Kürtlere karşı yürütülen savaşlar?..
Bütün bunlar ne içindi, kimin hesabınaydı?..
Bütün bunlara karşı susmak mümkün müydü?
Evet ben başından beri tüm bunları söyledim,
yazdım; PKK’nin kötülüklerine karşı Kürt halkını
ve dostlarımızı uyarmaya çalıştım.
”Bu halk savaşı değil, halka karşı
bir savaş” dedim. Ayrıca, Kürdistan’ı bölüşmüş
Suriye, İran ve Irak yönetimlerinin desteğiyle,
onların güdümünde, istense bile Kürdistan’ın kurtarılamıyacağını
söyledim. Öcalan ve PKK ile ilgili tahminim şuydu: Suriye
günü gelir de PKK ile işi biter, ya da sıkışırsa
desteğini çeker; Öcalan’ı ya kendi eliyle öldürür,
ya Türkiye’ye teslim eder, ya da sınırdışı
eder. Bu üçüncüsü gerçekleşti.
Peki Öcalan sınırdışı edilip, sığınacak
ülke bulamayıp yakalandıktan sonra olup biten ne?
Daha ilk saatten itibaren ”Anam da Türk, fırsat verilirse
hizmete hazırım, yukardakilere söyleyin, onlar bilirler…”
lafları ne?..
Öcalan duruşmaya çıktığında, onlarca
kameranın önünde, ”Yaptıklarımdan pişmanım,
yanlış yaptım, fırsat verin yanlışımı
düzelteyim. Ben bir hiç olabilirim, beş para etmez biri
olabilirim, ama bu halk bana inanmış; ancak ben
PKK’yı dağdan indirebilirim. Ne istiyorsanız
onu yapayım!..” lafları ne?..
Benimle ilgili ”namus ve vicdanı olsaydı” diyecek
kadar ağzını bozan, terbiyesizleşen Karayılan,
Seroku’nun bu sözlerine ne diyor? Bunlar yüz kızarcıtı
değil mi? Karayılan serokunu yere göğe koymazken
kimin ve neyin ardından gittiğinin farkında
değil mi?
Peki daha sonra, PKK, bu ”hizmetteki Serok”un, ”güneş”in
yönlendirmesiyle yıllar yılı savunur göründüğü
bağımsız Kürdistan talebiyle birlikte, federasyonu
ve otonomiyi bile ”ilkellik” sayıp reddederken, ”demokratik
cumhuriyet” adı altında üniter devleti ve Kemalizmi
savunur hale gelirken Karayılan ve arkadaşları
ne yaptılar? Bu tam bir teslimiyet değil miydi.
Bütün bunların ”namus ve vicdanla” bağdaşır
yanı var mı?..
Madem böyle bir politikaya yöneldiniz, programınızı
terk ettiniz, adınızı bıraktınız
ve ”resmi dil yine Türkçe, bayrak yine Türk bayrağı
olsun” diyorsunuz, o zaman bu savaş neyin nesi? O zaman
kendin ne diye o dağlarda duruyorsun, o kadar genç insanı
neden orada tutuyorsun?
Bu saaten sonra savaşın sadace Türk derin devletine,
Türk militarizmine, değişim, barış, diğer
bir deyişle çözüm karşıtı statükocu güçlere
yaradığının farkında değil misiniz?
Evet tam da budur. Ne yazık ki siz şu anda yaptıklarınızla
Türk militarizminin, Ergenekoncuların, cuntacıların
yanında ve hizmetindesiniz.
Türk militarizmi ile Siyam İkizi gibisiniz!
İşte ben halka bu gerçeği söyleyenlerden biriyim.
Ama belli ki bu gerçeklerin söylenmesi sizi çok ürkütüyor.
Bunlar küçük bir sitede yazılsa, küçük bir toplantıda
söylense önem taşımaz, fazla aldırmazsınız.
Ama yüzbinlerce, milyonlarca kişinin ulaşabileceği
gazete ve televizyonlara yansıyınca işte bu
ödünüzü koparıyor. Halk gerçekleri öğrenecek diye
çılgına dönüyorsunuz.
Ama derdinizin çaresi yoktur; halk gerçekleri öğrenecek
ve öğreniyor.
Bir de, ”Biz bu örgtü yerde bulmadık” deyip binlerce
şehitten söz etmeniz, tam da Türk Genelkurmayı’nın
yaptığı şehit edebiyatına benziyor.
Evet, PKK’yı gerçek bir devrimci ve yurtsever örgüt sanarak,
Kürdistan’ın kurtuluşunu umarak size katılan
ve bu uğurda hayatlarını yitiren o binlerce
genç Kürt oğullarına ve kızlarına ben
de derin bir saygı duyuyorum.
Ama siz onları, köylerinden ve okullarından, bir
bölümünü üniversitelerden alıp hayatlarının
baharında ölüm tarlasına sürerken ”bağımsız
Kürdistan” sözü vermiştiniz. Şimdi ne yapmaktasınız?
O insanların uğrunda seve seve hayatlarını
verdiği istemlere ne oldu? Şimdi onları ne
için ölüme yollamaktasınız?
Türk devleti de bu ülkenin yoksul gençlerini, Kürtlerin ve
Türklerin çocuklarını ”memetçik” diye cepheye sürerken,
ölüme yollarken aynı vatan ve şehit edebiyatını
yapıyor. Oysa onlar militarizmin çirkin amaçları
için, acımasızca kurban edilir gibi ölüme gönderiliyorlar
ve aslında bu savaş halka karşı bir savaş.
Sizin de savaşınızın halk için olmadığını
daha baştan biliyorduk ve söyledik. Gelinen durum ise
bunu çok açık biçimde gösteriyor. Şu anda bu savaşta
Türk militarizminin bir partneri durumundasınız.
Bu Kürt halkı için trajik bir durum, bir kurt kapanı.
Karayılan, dağlarda 25 yıldır süregelen
mücadelesinden söz ediyor ve benim için ”yüreği varsa
gelsin burada 24 saat kalsın” diyor. Benim örgütüm eğer
zamanında gerilla mücadelesi verseydi gelip orada kalır
mıydım, kalmaz mıydım, bunu tartışmak
spekülasyon olur; çünkü böyle bir savaşa girmedik. Ama
o dağlara savaş boyunca hiç gelmedim değil.
1981’de partizan savaşının bütün gücüyle sürdüğü
İran ve Irak Kürdistanı sınır boylarında
iki ay kaldım. 1992’de Kandil’de, peşmergenin yaşam
koşullarında yaklaşık bir ay geçirdim.
1993-94’te ise Güney Kürdistan’da bir grup arkadaşımla
birlikte 10 ay kaldım. Dönüşte Dicle üzerinde geceleyin
Türk askerinin kurduğu pusuya düştük ve ölümden
döndük.
Ama sen bu soruyu neden Serok’una sormuyorsun? O savaşın
başladığı 1984’ten yakalandığı
1999 yılına kadar 15 yıl boyunca Kürdistan’a
adım attı mı? İnsan Kürdistan’daki gerilla
savaşını Şam ve Bekaa’dan mı yönetir?
Hatta Suriye’den çıkarıldıktan sonra neden
Kürdistan’a, arkadaşlarının yanına gelmedi?
Sığınacak hiçbir yer bulamazken aklına
neden Kürdistan dağları gelmedi? Köylü ve eğitimsiz
bacısı bile bunu akıl edip, ”Abimin yeri Kürdistan
dağları idi, onun Avrupa’da işi ne?” dediğinde,
neden ”Bu ahmak kadın ne söylüyor!” deyip onu tersledi?..
Karayılan da eleştiriler karşısında,
yalanın, tehditin yanı sıra, arkasındaki
kalabalığa bakıp ”benim bir gücüm olmadığına”
dair beylik laflara sığınıyor, ”yalnız
olduğumdan” söz ediyor. Evet arkamda böyle bir kalabalık
yok; askeri gücüm, emrimde televizyonum, para kaynağı
şirketlerim ve ”Beyaz” ipek yollarım yok; ama boşuna
yürek soğutmayın, yalnız değilim. Çok
sevenim, dostlarım var. Kürtlerin içinde de Türklerin
içinde de, hatta başka halklardan da. Kendi siyasi hayatımla,
kişiliğimle, ne yapıp ne yapamadığımla
ilgili konuşmak bana düşmez; ama her şey bir
yana, aynı zamanda 60 tane eser vermiş (basılmamış
kitap ve yazılarımı saymıyorum) bir şair
ve yazarım. Kürtçe dörtlüklerimin değerini bile,
senin gibi kaçakçılıktan gelip Kandil dağında
”Yedi Sekiz Hasan Paşa” olmuşlar bilmese de, bilen
bilir.
Sen binlerce yıl önce bir Latin şairinin, Mısır’ı
yöneten Romalı komutan için yazdığı şiiri
bilir misin? Şair Mısır’ı yöneten komutanın
gücünden, sahip olduğu geniş topraklardan, sürülerden,
altınlardan söz ettikten sonra şöyle der:
”Her isteyen senin gibi olabilir,
Ama taş çatlasa benim gibi olamazsın!”
Bay Karayılan, sen o dağlarda, emrindeki silahlı
adamlara, iç ve dış kamuoyundaki ilgiye bakıp
kendini şimdi bir kral, ”dünyaya hükümdar” sanıyorsun.
Ama senin ve senin durumundakilerin geleceğiniz nedir?
Gerçekte bir iradeniz ve bir geleceğiniz olmadığının
farkında değil misin? Sizin politika ve eylemlerinize
yön veren ağın İmralı’ya, oradan da Genelkurmay’ın
Özel Harp Dairesi’nin kozmik odalarına uzandığını
bilmez misin?
Sizin için başından beri ipler başkalarının
elinde idi ve şimdi de öyle.
Düştüğünüz acı ve utanç verici duruma rağmen
size alkış çalan ve güce tapınan müritlere
ve fırsatçılara bakmayın siz, acaba tarih sizinle
ilgili ne diyecek?..
Sizin kaderiniz Türk militarizminin ve asıl olarak da
Özel Harp Dairesi’nin kaderine bağlıdır. Size
artık ihtiyaç duyulmadığı zaman aynen
Hizbullah gibi defterinizin dürüleceği ve o aşamadan
sonra o dağlarda barınamıyacağınız
belli değil midir? Öcalan’ın kaçınılmaz
serüvenini öğrenmek için yirmi yıl gerekti. Acaba
sizin de kaçınılmaz sonunuzu görmek için kaç yıl
beklemek gerekiyor?
Ama bu kadar süreceğini sanmıyorum, çoğu gitti
azı kaldı; sizin için zaman daralıyor.
Son olarak size tavsiyem, şunun bunun elinde daha fazla
araç olmadan, Kürt halkının mücadelesine daha çok
zarar vermeden o dağlardan inmeniz ve siyasal mücadeleye
tümüyle yolu açmanızdır. Silahları Güney Kürdistan
yönetimine bırakırsanız Türkiye hapishanelerine
girme riskiniz de olmaz. Böylece Türk militarizminin, statükocu
güçlerin elindeki en önemli silahı, terör demagojisini
de almış, barışçı bir çözüme yolu
açmış olursunuz.
Bu da, bu kadar kötülükten sonra belki Kürt halkına
yaptığınız tek iyilik olacak.
--------------------------------------
Yazıya ek: ANF denen ve Türk derin devleti elemanlarınca
yönetildiğine kuşku duymadığım bu
ajansın 7 Ağustos tarihli söz konusu haberinde,
”Yolsuzluk iddiaları nedeniyle PSK Genel Sekreterliği’nden
ayrıldığım” söyleniyor. Bu kuyruklu yalan
daha önce de ANF’nin bir haber-yorumunda ileri sürülmüş,
Partim, yayımladığı açıklama ile
bunu derhal yalanlamıştı. Ama ANF aynı
yalanı tekrarlamakta bir beis görmüyor. Herhalde herkes
PSK’nin açıklamasını okumamıştır
diye düşünüyor ve piyasaya yalan sürmeye devam ediyor.
Kamuoyu benim PSK Genel Sekreterliği’nden, şahsıma
ilişkin hiçbir sorun yokken, örgüt ve kongre bir bütün
halinde benim genel sekreterliği sürdürmemi isterken,
kendi tercihimle ayrıldığımı bilir.
Kongre, ısrarım karşısında bunu kabul
edince de oybirliği ile alınan kararla bana teşekkür
etti ve bir demet çiçek verdi. Benim için milyonlardan da
değerli olan bu güven ve sevgiydi.
Ölünceye kadar postu bırakmaya niyeti olmayan bir diktatör
tarafından, adam yerine konmadan yönetilmeye alışık
olanlar bunu anlayamazlar. Onlar herkesi kendileri gibi bilirler.
Ama Apocular bu olayda kanımca, gerçeği bilmedikleri
için değil, bile bile çarpıtıyorlar. Yalan
ve iftira onların baştan beri kullandıkları
bir yöntemdir. Çamur at izi kalır derler. Bu Hitler’in
propaganda bakanı Göbbels’ten miras kalmış
bir yöntemdir ve Türkiye’nin sömürgeci-faşist çevrelerinden
PKK’ya geçmiştir.
Ama bir örgüt, böylesine yalan, iftira ve küfürden medet
umacak hale gelmişse, o artık iflah olmaz.
11 Ağustos 2010
Yazarın önceki yazılarından:
Militarist-faşist
güçlerin son çırpınışları
Biz
hiç susmadık;Ama bizi görüp duymadınız…
Kimlik
sorunu- 3
Kadın
sorunu ve sosyalizm
Kimlik sorunu -2
Kimlik
sorunu -1
27
Mayıs “Devrimi”
Viyana-İzlanda,
Dil ve Şiir
Bir
Dünyalıyım
Kovancılar
Depremi, Lazaref, Dema Nû ve Newroz...
Geçmişten
bir sayfa...
Çok
laf değil, somut adımlar...
KÜRT
SORUNUNDA BU DURUMA NASIL GELİNDİ? 1960 VE SONRASI...
Pervasızlığın
bu kadarı:
“Balyoz” derbe planı...
Kar
– Şiir
Ali
Baba Kırk Haramiler Mağarasında
Açılımda eksikler ve yanlışlar
İki
ihtimal
Ergenekon
eylemde
Tüm barış ve demokrasi güçleri
uyanık olmalı
TBMM’de
Kürt Sorunu ve Dersim…
Statükocu
güçler, Ergenekon ve şiddet birbirine bağlı
Hey,
Hürriyet! Orada kimse yok mu?..
Aptallık
insana özgüdür
Alevi
sorununu çözmeye Munzur’dan başlayın!
Abdülmelik
Fırat’ın ardından
Aldatanlar
ve aldananlar...
Sisteme
kurban edilenler...
Ayıp
diye bir şey vardır, Bay Akyol!
Şu
bölme, bölünme hikâyesi...
Dema
Nu ile söyleşi
Ne
yazmalı?
Bu
nasıl devlet, bu nasıl yargı?!
Statüko
ile değişim arasında
Ahmet
Altan sapla samanı karıştırıyor
Kelepir fiyatına çözüm!
Barış
ve çözüm ortamı var mı?
Mardin
olayı üzerine
Nesimi,
Mahzuni, İhsani…
“Korku
imparatorluğu”
ve arkadaşım Turgut Kazan...
Hizbullah-PKK,
Jandarma silahları;
DTP’ye yönelik son operasyon
Güngören
bombaları
Ve bir kez daha haklı çıkarken…
Ergenekon
davası
Ve hukuk adına telaşlı çığlıklar...
Obama’nın
ziyareti derde derman oldu mu?
29
Mart Yerel Seçimlerinin Sonuçları
Gül
Kürdistan deyince...
Kar,
bahar ve Newroz üzerine…
DTP
sorumluları bu işlere ne der?
Bir
hastane yazısı
Yerel
Seçimler Üzerine
“Ergenekon”un
kısa bir tarihçesi
İşte
buna şaşıyorum!
Ergenekon
üstüne titreyenler...
Bu telaş neyin nesi?
Onlar
yalnız Ermenilerin değil, kendi halklarının
da düşmanı
Din-siyaset
ilişkileri
Ergenekon
ve 33 asker
Din
üzerine bir sohbet
Takke
düştü, kel göründü
Türkiye
sorunlarını neden çözemiyor?
Bezele
de Dağlıca gibi bir provokasyon
Ergenekon
ve Sol
Pirçandî û Pirsa Kurd
İçe kapanma olayı ya da kaplumbağa politikası
Kürtçe ve Türkçe yazma üzerine
Cambaza
mı bakalım, hırsıza mı?
Komplolar,
cinayetler, provokasyonlar… ”Devlet sırları!”
Sistemde açılan bu gedik önemlidir
Abant Platformu ve sömürgeci tezlerin yeni versiyonları
Ergenekon
ve Dağlıca
”Bilgi
Destek Planı” yıllardır yürürlükte..
Baskın
Hoca’nın genellemeleri…
Bu
nasıl bir ülkedir?
Umut ne AKP’de, ne Kemalizmde
AKP’nin “çözüm” paketi ve GAP
Kürt
sorununda ekonomi ve siyasetin bağı
Sabancı
Cinayeti’nin belgeleri de ortaya dökülürken...
AKP
değişimin partisi değil
Eski
film yeniden gösterimde mi?
Kedinin
boynuna çanı kim takacak?
Ülkeyi
batağa sokanlardan çözüm beklenemez
Yeni bir halk hareketine
gerek var
Canım
tepki göstermek istemiyor
Sadun
Hoca ve Hasretyan
Geçmiş olsun Sırp yoldaşlar!
Aslan
Asker Şwayk ”Panodaki Şiir”e Karşı!
Türban
ve laiklik üzerine
Ergenekon
ve Türk medyasının çözülen dili
Düzenli köşe yazılarıma
son verirken…
Hrant
Dink’i anarken
AKP
sistemle kaynaşırken..
Sekiz
asker, bomba olayı ve Erdoğan…
Tarih,
akıl ve ahmaklık üzerine
Kandil
Operasyonu; hedefler, sonuçlar
Kürtlerin
temsil sorunu
Sabah’taki
söyleşi, DTP ve temsil sorunu üzerine
Oyunun yeni perdesi ve değişen
taktikler
DTP’ye
yönelik kapatma davası
Bush-Erdoğan
görüşmesi ne sonuç verdi?
Militarizm
Türkiye’yi teslim almak istiyor
Katil
kim?.
PKK’nın
silah bırakmasına veya yeni bir ateşkese karşıyım!
Bu çılgınlıkla
nereye?..
Nasıl
bir anayasa? – 3
Militarizm barışa, demokrasiye, gelişmeye engel
Türkiye
Malezya olur mu? Keşke olabilse!
Nasıl
bir anayasa? – 2 Kemalizm ayak bağı oldu
Nasıl bir anayasa?
Bir
genel af ”PKK sorununu” bitirir mi?
DTP’nin
temel yanlışı ne?
Yedi
kızın acı öyküsü Yaşamadan Öldüler
Yakın
tarihe kısa bir gezinti
Kürdistan gerçeği, Kürt ulusal sorunu ve onurlu tavır
Türk
dış politikasının rüşvetleri…
Yezidi
Kürtlere yapılan saldırı
Türk
Parlamentosu ve Kürtler
Seçimlerde
Türkiye solu, Kürt Ulusal hareketi
22
Temmuz Seçimleri üzerine
Orman
yangınları kimin işi?
Dink
Davası ve Sivas
Bir
mum yakmaya devam…
Kuzeyde
bir hafta
Norveç sınırı, Laponlar, beyaz geceler…
Darbe
ayağa düştü
Darbe
planı işlemekte
Barzani
“PKK terörü”nü destekliyor mu?
Hükümet
gerçekleri halka anlatmalı
Sayın
Sezer, nereden nereye!
Son
terör eylemlerinin ardında kimlerin eli var?
Sistem
ne laik ne demokrat
“Dil
Devrimi” ve “Güneş Dil Teorisi” komedisi
“Türk
Tarih Tezi” komedisi
Paşalar
Cumhuriyeti, berdevam mı?.
Kürt
Dili nasıl kurtulur?
Türk
medyası ya da Yalancı Çoban
General,
istifa et!
Heyy,
orada bir Müslüman yok mu?!.
Irkçı
görüşlerin temeli yalan ve safsata-2
Türk-İslam
sentezi ve Kürtler, Aleviler...
Irkçı
görüşlerin temeli yalan ve safsata-1
Kim
olursa olsun!
“Bu
ırkçılık nerden çıktı?!”
Aman,
301’i değiştirmeyin!
Yanlışta
direnenler, Sopayı çözüm sananlar...
“Halkın
oyları” ve çıkar yol
Türkiye
batağa nasıl saplandı..
Kerkük
Kürdistan’a katılırsa...
Gerçek
katil kim?
Ankara
Konferansı üzerine
AB’ye
sırtını dönen Türkiye’de Savaş hazırlığı
mı, blöf mü?
Saddam
cezasını buldu
Çıkara
dayalı yanlış hesaplar
AB’nin
son kararı üzerine
Baker
Raporu ölü mü doğdu?
PKK
neden taktik değiştirdi?
İlkesizlik
ve Irak’ta çözüm
Bir
kez daha Ermeni sorunu üzerine
Değişime
direnen Türkiye
Sel,
yangın vb. “doğal felaketler” üzerine..
Kürdistan,
zenginlik içinde yoksul ülke..
Bir
şarkı, bir şiir
Fransız
Parlamentosu’nun kararı Ve Cezayir..
En
büyük devletsiz ulus..
Oyunu
gerçek sanmak-2
Oyunu
gerçek sanmak.. (1)
Ana-babalar
kirli savaşı sorgulamalı
Linç
salgını yayılırken…
Lübnan’dan
uzak dur, Kürdistan’a hücum!..
Uygarlıklar
Savaşı mı?
Türkiye’nin
Kerkük Sorunu!
Halkı
yalanla besleyen rejimler…
Irak’ı
bekleyen: Ya üçlü konfederasyon, ya üç ayrı devlet
Bölgemizde
ve Dünyada barış ve istikrar için..
Statükonun
yıkımına kim ağlar?
Terör
ve PKK bahane, Hedefler çok başka…
Hürriyet’in tehlike çanları!
Kırk katır mı, kırk satır mı?..
Demirel, Çiller, Ağar, Güreş… Bunlar tanık
mı, sanık mı?.
Şemdin’in
yakalanması, destanlar, balonlar…
Başı
türbanlı bir kadın neden cumhurbaşkanı
olmasın?..
Çetelerle
mücadelede hükümete destek vermeli
Ülkeyi
esir alan ahtapot...
Sular
ısınırken...
”Sanki
herkes kör, herkes zincirlerle bağlı…”
Bu
bir darbe değil mi?
Terör
ne, terörizm ne?
TBMM
Başkanı Arınç’ın kunuşması ve
demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki
askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin
Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş
terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı,
tutku ve akıl...
Derin
devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç
ve Ceza
Yine
bir şeyler dönüyor…
Sistem
çürümüş, dökülüyor
Irak’ta
iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey
olanlar..
ŞOVENİZMİN
ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At
izi it izine karışırken..
HAMAS
ve PKK…
Sağduyu
ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin
üstü örtülüyor
Adalet
mi rezalet mi?.
Genelkurmay
Gladyosuna sahip çıktı!
Türk
Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik
Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk
rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt
sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye
Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın
Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris
olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar
böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli
bir fırsattır
Bu
nasıl bir ilerleme?
Değişimi
anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz
üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin
AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son
gelişmeler üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar
üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun,
örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı
için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II
Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir
kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş
I M A R I K…
Kürt
Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|