Geçmişten Bir Sayfa – 2
Kemal Burkay
Sevgili okurlar,
Şu günlerde bazı arkadaşlarımın
desteğiyle anılarımın 3. cildinin mizanpajıyla
uğraşıyorum. Mizanpaj bitmek üzere. Ama onu
bu yıl yayımlamayı düşünmüyorum. Belki
önümüzdeki yıla...
Bu arada 3. ciltten bir bölümü, bugün olup bitenlere
de ışık tutacağı, ayrıca hafızaları
tazelemeye yardımcı olacağı için köşemde
yayımlamayı uygun buldum. Bu bölüm 1990’lı
yılların başından bir kesit. Yani aradan
20 yıl geçmiş. Şimdi 20 yaşında olan
gençler o yıl daha doğmamıştı, şimdi
25-26 yaşında olanlar ise o zaman daha 5-6 yaşlarında
idiler. Onların bu tür bilgilere ihtiyacı var. Ayrıca
zaman hafızalardan çok şeyi siliyor, çok şeyin
üstü zamanla külleniyor. Onları bilerek küllemek isteyenler
bir yana... Bu nedenle, o zaman olgun yaşta olan kişilerin
de bilgilerini tazelemelerinde, bazı şeyleri hatırlamalarında
yarar var.
Bir yıl kadar önce aynı başlıkla,
anılarımın henüz yayınlanmamış
kısa bir bölümünü bu köşede yayımlamıştım.
Bu nedenle bu yazıya “2” numarasını koydum
ve uzunca olduğu için iki bölüm halinde vereceğim.
Kürdistan’da
Artan Devlet Terörü ve
KÜRT HALKININ KİTLESEL DİRENİŞİ
(Birinci Bölüm)
Türk devletinin Kürdistan’daki terörü 1989 yılında
tırmanarak sürdü, tam bir kıyım halini aldı.
Bölgede kitlesel göç ve sürgün hızlandı.
28 Kasım 1989 günü, PKK’lı kılığına
bürünmüş özel timler Yüksekova ilçesi Sete (İkiyaka)
köyünü bastılar ve 12’si çocuk, 6’sı kadın,
10’u yetişkin erkek olmak üzere toplam 28 kişiyi
kurşuna dizerek, telle boğarak katlettiler ve buna
bir PKK eylemi süsü vermek istediler. 13 Mart günü de Mardin’in
Savur ilçesinde güvenlik güçleri 13 Kürt yurtseverini katlettiler.
Bu ve benzer olaylar Kürdistan’da sömürgeci rejime karşı
kitlelerin öfke ve nefretini büyütmekteydi. Tepkiler ilk kez
Cudi’deki köylü eylemleri ve Silopi yürüyüşünde kendisini
açığa vurmuştu. 1990 Martında ise Nusaybin’de
patlak veren kitle hareketi hızla büyüdü ve yayıldı.
Savur’da öldürülenlerden Kamuran Dündar’ın cenazesi
15 Mart’ta Nusaybin’de toprağa verilirken mezarı
başında büyük bir kitle birikti. Bundan rahatsız
olan rejimin güvenlik güçleri, törenden dönen kitlenin üzerine
ateş açtı, bu olayda beş kişi öldü, pek
çok kişi yaralandı, yüzlerce kişi de gözaltına
alındı. Cizre’de bu olayları protesto için
19 mart günü esnaf kepenkleri indirdi. 20 Mart günü ise, halk,
yaşlı-genç, kadın-erkek, sarı-kırmızı-yeşil
ulusal renklerle donanmış olarak yürüyüşe geçti;
araba lastikleri yakıldı, benzin bidonları
ateşe verildi. Onbinlerce kişinin yürüyüşü
rejimin güvenlik güçlerini şaşkına çevirdi.
Tanklar ve panzerlerle kitlenin üzerine yürüdüler ve yine
ateş açtılar. Cizre’de de beş kişi öldü,
pek çok kişi yaralandı, çok sayıda insan gözaltına
alındı. 23 Mart’ta Cizre halkı bir kez daha
ölüme meydan okuyarak sokaklara döküldü, „bıji Kurdıstan!“
sloganını atarak yürüdü. Tam da Newroz dönemine
rastlaması eylemlere ayrı bir anlam ve heyecan katıyordu.
Olaylar Cizre’nin ardından öteki çevre ilçelere, Silopi,
İdil, Kızıltepe, Midyat ve Silvan’a sıçradı.
Demokratik Platform, 27 Mart günü Diyarbakır ve Silvan’da
bildiri dağıtarak kitleleri direnişe çağırdı.(1)
Rejim, Diyarbakır’da büyük kitle hareketlerini önlemek
için günler öncesinden binlerce asker ve polisle kenti kuşatmaya
almış, giriş çıkışları
yasaklamış, kent içinde de ana caddeleri ve kavşakları
tutmuştu. Buna rağmen 30 Mart günü kentte kepenkler
indi, Protesto hareketi ise sokağa çıkmama biçimine
dönüştü. Güvenlik güçleri esnafı yer yer evinden
toplayıp getirerek, balyozlarla kepenkleri ve camları
kırarak, direnişi kırmaya çalıştılar.
Bunu Batman ve Lice’deki kepenk kapama eylemleri izledi. 4
Nisan günü Lice’de tüm kepenkler indi ve ulaşım
tümüyle durdu.
Bu, Filistin’de iki yıl kadar önce başlayan eylemler
türünden bir Kürt intifadası idi ve rejimi fena halde
ürküttü. Yıllardır Kürt ulusal hareketini sindirmek
için izlenen terör politikası sonuç vermemiş, aksine
ulusal duygular ve istemler yığınları
sarmış ve baskılar onların harekete geçmesine
yol açmıştı. Rüzgâr eken rejim şimdi fırtına
biçiyordu. Nisan 1990 tarihli Riya Azadi’de yazdığım
bir yazıda şöyle diyordum:
"1990 Mart-Nisanında Türkiye Kürdistanı’nda
yer alan eylemler Güney Afrika ve Filistin’deki türden bir
halk direnişini, "intifada“yı andırıyor.
Elbet bu daha ilk dalgadır, belki yatışacaktır.
Ama onun üç-beş ay, ya da bir yıl sonra, bu kez
çok daha güçlü ve yaygın bir dalga halinde ortaya çıkması,
giderek süreklilik kazanması mümkündür. Direniş
bir kez başlamış ve halk kendi gücünün farkına
varmıştır. Muhtemelen o, Güney Afrika veya
Filistin direnişinin tıpkısı olmayacak,
Kürdistan koşullarına uygun biçimler ve özellikler
kazanarak gelişecektir.“Bak: A. Reşit imzasıyla
yazdığım „Kürdistan’da Yığınsal
direniş“ başlıklı yazı, Seçme
Yazılar, Cilt: 1, s. 342).
Rejimin sahipleri fena halde ürktüler. Önce bu eylemleri
tümüyle PKK’ya mal edip iç ve dış kamuoyunu yanıltmak
istediler. Barışçı eylemleri bir ayaklanma
gibi göstermeye kalkıştılar. Öte yandan da
tehditler savurdular. Başbakan Akbulut açık açık,
„silahla bastıracağız!“ diyordu. Özal, vatan
ve millet bütünlüğünün tehlikede olduğunu söylüyordu.
Demirel ve Erdal İnönü de eylemleri terör diye niteleyip
bir an önce bastırması için hükümete çağrı
yapıyorlardı. Bu hava içinde rejim, hızla olağanüstü
tedbirlere yöneldi. MGK hemen toplandı. Arkasından
Özal, Başbakan Akbulut’la muhalefet liderleri Demirel
ve İnönü’yü bir „zirve“ toplantısında biraraya
getirdi. Bunu, Bakanlar Kurulu’nun Özal’ın başkanlığında
toplanıp önce 413, arkasından da 424 nolu, kitleler
arasında SS (sansür ve sürgün) Kararnameleri diye nitelenen
kararnamelerin çıkarılışı izledi.
Bu kararnameler ile cezalar arttırılıyor,
grev yasakları ve basına sünsür getiriliyor, daha
yığınsal sürgünler hedefleniyor ve idarenin
eylemleri yargı dışında bırakılıyordu.
Böylece rejim Kürdistan’da olağanüstü hali daha da sıkılaştırır,
hukuku bir kenara iter, devlet terörünü ve barbarlığı
arttırırken Türk kesiminde de basını,
demokratik sesleri ve işçi hareketini tümden susturmak
istiyordu.
NATO çevreleri Türk devletinin bu saldırganlığına
arka çıktılar. ABD yönetimi de Kürdistan’daki yığınsal
eylemlerden tedirgindi ve olayları „Türkiye için tehlikeli!“
diye niteliyordu.
Nisan 1990 tarihli Riya Azadi’de çıkan „Faşizm
Kendini Yeniliyor“ başlıklı yazıda, yeni
durumu 12 Mart türü bir darbe olarak niteliyor ve şöyle
diyordum:
“Böylece hem cunta var, hem sözde sivil hükümet ve parlamento…
Hem ülke terörle yönetiliyor, hak ve özgürlüklerin kırıntıları
bile gasp ediliyor, hem de bostan korkuluğu türünden
partiler var.“ (Bak: Seçme Eserler, Cilt 1, s. 351).
Direniş
Dalgası Türkiye’nin Geneline Yayılıyor
Rejimin savurduğu tehditler bir işe yaramadı
ve 413 ve 424 sayılı kararnameler, kitle hareketlerini
önlemek için bekleneni vermedi. Burjuva basınının,
kararnameye uşakça uyum sağlayıp haberleri
sansür etmesi üzerine, Kürdistan’da bu kez ilginç ve yeni
bir eylemle, burjuva basını boykot edildi. Newroz’un
ardından 1 Mayıs geldi. Rejim ordu ve polisini seferber
etmiş olmasına rağmen yüzbinlerce işçi
1 mayıs günü işyerlerinde iş durdurup bildirilerini
topluca okuyarak eylem yaptı. Bu eylem karşısında
patronların ve politikacıların birçoğu
geri adım atarak 1 Mayıs’ın emek günü olarak
kutlanmasında bir sakınca olmadığını
söylemek gereğini duydular. Nisan ve Mayıs ayları
aynı zamanda yoğun çevre eylemlerine ve tüketici
boykotlarına sahne oldu. Gökova’da Aliağa termik
santraline, Konya yöresinde ise NATO uçaklarının
alçak uçuş projesine karşı yoğun eylemler
oldu. Yine Mayıs ayında, yıllardır kaynayan
cezaevlerinde, bu kez 413 numaralı kararnameye karşı
yeni bir direniş dalgası başladı. Bu direnişi
başlatanlar sol dergilerin yazı işleri sorumluları
idiler ve aynı zamanda TCK’nın 141-142 ve 163. maddelerinin
kaldırılmasını, düşünce özgürlüğünün
tam olarak sağlanmasını istiyorlardı.
Çanakkale E Tipi Cezaevindeki basın mensuplarının
başlattığı bu direniş hızla
öteki cezaevlerine yansıdı. Cezaevlerindeki grev
dışarda, özellikle Kürdistan’da -Diyarbakır
başta olmak üzere- dayanışma grevlerine, oturma
eylemlerine yol açtı. Rejim açlık grevindekilere
ve Dicle Üniversitesi öğrencilerine saldırdı,
yüzlerce kişi gözaltına alındı; ama eylemler
sürdü. Yine 29 Mayıs günü Kerboran (Dargeçit) kasabasında
dayanışma grevi yapan yüz kişi gözaltına
alındı. Bunun üzerine kasabanın kadın
ve çocukları yürüyüşe geçtiler. Rejimin kolluk güçleri
sadırdı ve çok kişiyi gözaltına aldı.
Olayları protesto için esnaf kepenklerini indirdi.
Direniş dalgası devam etti. 30 Haziran’da İstanbul’da
sayıları yüzleri aşan şairler, yazarlar
ve sanatçılar „özgürlük için“ yürüdüler. En önde, bastonuna
dayanarak yürüyen 83 yaşındaki Cevdet Kudret vardı.
Bu, kendi türünde ilk yürüyüştü.. Bundan birkaç gün sonra,
yüksek enflasyona karşı ücret artışını
az bulan memurların yürüyüşleri patlak verdi. Memur
eylemleri, başta İstanbul, Ankara, İzmir, Adana,
Kocaeli gibi büyük kentler olmak üzere ülkenin dörtbir yanını
bir yangın gibi sardı. Büro memurlarının
yanı sıra doktorlar ve öteki sağlık personeli,
hatta kanun adamları ve en „ağırbaşlı“
kesim olan yargıçlar ve savcılar bile yürüdüler.
Bunun ardından, çiçeği burnunda Halkın Emek
Partisi’nin 11 milletvekili, parlamentodan umutlarını
kesip yürüyüşçüler kervanına katıldılar;
İstanbul’dan Diyarbakır’a kadar süren uzun bir yürüyüş
düzenlediler. Bu da kendi türünde bir ilk yürüyüştü.
Yurt
dışında Yoğun Tepkiler
Parti’nin, KOMKAR’ın ve
KİHG’nin Kampanyası
Nusaybin ve Cizre’de başlayıp tüm bölgeye yayılan
eylem dalgasıyla birlikte yayınladığımız
parti bildirilerini yurt içinde yaygın biçimde dağıttık,
eylemleri destekledik ve Kürt halkının acil istemlerini
dile getirdik. Ayrıca rejimin artan saldırganlığının
teşhiri ve protestosu için yurtdışı örgütümüzü
göreve çağırdık. Çeşitli dillerde basın
bildirisi çıkardık ve Federal Almanya’nın çeşitli
kentlerinde, Londra’da, Danimarka’da protesto gösterileri,
işgaller düzenledik. KOMKAR „Kürtlere de Yaşam hakkı“
sloganı altında imza kampanyası açtı.
Aralarında Alman eski Anayasa Mahkemesi Başkanı
prof. Martin Hirsch’in de bulunduğu pek çok ünlü kişi
bu çağrıyı imzaladı. Alman Yeşiller
Partisi, 12. Kongresinde bu çağrıyı bir kongre
kararına dönüştürdü. Türk elçiliklerine ve hükümetine
protesto mektupları yağdı. Kürdistan İnsan
Hakları Girişimi (KİHG) de, gelişmelerle
ilgili olarak çeşitli uluslararası kuruluşlara
ve insan hakları örgütlerine çağrıda bulunarak
olaylara karşı suskun kalmamalarını istedi.
Bu mektup geniş yankı buldu (Bunun için bak: Riya
Azadi, sayı 133, Nisan 1990, s. 1-11; ayrıca Dengê
KOMKAR, sayı 123-124).
Baskılar, uluslararası planda da tepki yarattı.
Alman Parlamentosu 27 Nisan’daki toplantısında konuyu
tartıştı. Uluslararası Af Örgütü’nün yıllık
raporunda Türkiye’ye, özellikle de Kürtlerin durumuna geniş
yer ayrıldı. PEN-Kulüp hapisteki yazarlarla dayanışmayı
arttırdı. 15-20 Nisan 1990 tarihlerinde Selanik’te
toplanan Dünya Dilbilimcileri 9. Kongresi, aldığı
bir kararla Kürt dili üzerindeki baskılar nedeniyle Türk
rejimini protesto etti. Avrupa Parlamentosu ise 17 Mayıs
1990’da, Türkiye’de insan haklarıyla ilgili olarak bir
karar aldı. Bu kararda değişik insan hakları
ihlallerinin yanı sıra, Kürt halkının
durumuna ve Kürt sorununun çözümüne ilişkin önerilere
de geniş yer verildi. Kararda şöyle deniyordu:
"AP, Türkiye’deki Kürt azınlığın
politik, sosyal ve kültürel haklarının tanınmasının
Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde barış içinde
birarada yaşamaya olanak vereceğini belirtir ve
Türk hükümetini, Kürt varlığının barışçı
biçimde ifadesini bir cürüm sayma anlayışına
ve baskı politikasına son vermeye çağırır.
"9 Nisan 1990 tarihli Hükümet kararnamesinin insan
haklarıyla bağdaşmadığını,
bu nedenle de hemen geri alınması gereğini
belirtir.“ (Kararın tamamı için bak: Riya Azadi,
134, s.12).
Avrupa ülkelerinde basın Kürt halkına uygulanan
teröre ve buna karşı kitlesel eylemlere geniş
yer verdi. Türkiye parlamenterlerden, hukukçulardan, gazeteci
ve yazarlardan oluşan heyetlerin akınına uğradı.
Türk dışişleri bu yoğun kampanyamız
ve gelen tepkiler karşısında oldukça sıkıştı.
Türk diplomatlar Avrupa başkentlerini dolaşarak
Türkiye aleyhine oluşan bu olumsuz havayı gidermeye
çalıştılar. Türk basını, 413 sayılı
sansür kararnamesine rağmen, bizim aktivitemizi ve Türk
dışişlerinin sefaletini sayfalarına yansıttı.
Türkiye aleyhindeki olumsuz havayı dağıtmak
için dış sefere çıkanlardan biri de Erdal İnönü
idi. Bu sözde „sosyal demokrat“, özellikle sosyal demokrat
partilerle görüşerek etkilemeye çalıştı.
Ne var ki gittiği her yerde, Fedaral Almanya’da ve ABD’de
karşısına Kürt sorunu kondu.
* * *
Öte yandan, Bay Demirel ve İnönü, bir yandan hükümeti
kışkırtıp söz konusu olağanüstü baskı
tedbirlerine özendirirken, diğer yandan da sözde muhalefet
olarak, hem Kürtleri yatıştırmak, hem de parsa
toplamak için Kürdistan’a koşuyorlardı. Deneyli
ve kurnaz Demirel, Kürdistan gezisini dar tuttu, Urfa’ya gidip
gelmekle yetindi; ıslık ve yuha gelebilecek yerlere
uğramadı.. İnönü’nün gezisi ise, kendisi ve
partisi açısından utanç verici idi. Gittiği
her yerde halk kendisini boykot etti. Yoğun bir polis
ve asker kordonu, panzerler ve özel timler eşliğinde
dolaştı. Cizre ve Bitlis’te yuhalarla karşılandı,
ıslıklandı. İnsanlar neden Paris Konferansı’na
katılan milletvekillerinin ihraç edildiğini, neden
SS kararnamelerine destek verdiğini sordular.
İnönü, karşılaştığı manzara
karşısında yaptıklarını unutup
demokrasi yanlısı pozlar sergilemeye kalkıştı,
hükümeti eleştirerek şöyle dedi:
"Açıkça söylemek istiyorum, tüm bu olumsuzlukların
sorumlusu ANAP hükümetidir. Demokrasi açıklık rejimidir.
Ülkenin asıl yöneticisi olan halktan saklanacak bir şey
olamaz. Hükümet hangi çağda yaşadığımızı
anlamaya çalışmalıdır. Tüm dünyada özgürlük
ve demokrasinin zaferleri kutlanırken, kendisini kaptırdığı
ortaçağ zihniyetinden kurtarmalıdır. Tüm sorunlarımızı
demokrasi içinde çözebiliriz. Demokrasiden özveride bulunulması
kabul edilemez. Bu yolu açarsak yaşamın bedeli esaret
olur. Esir yaşamayı kabul etmeyiz!“
Bu sözler hoştu ve bazı noktaları hariç,
doğruydu. Tek sorumlu ise ANAP değildi. Barışçı
gösteriler yapan Kürt halkını terörist diye suçlayan,
parti üyelerinin Kürt konulu bir konferansa katılmasına
bile katlanamıyan, Kürtçe konuştuğu için bir
belediye başkanını partiden atan (2) İnönü’nün
kendisi de olan bitenden bir o kadar sorumluydu.
İnönü bu gezisinin ardından Kürtçe konuşup
yazmakta bir sakınca olmadığını da
söyledi. Bölgede tabanın kendi ayakları altından
kaydığını gören SHP, bir süre sonra bir
„Güneydoğu raporu“ hazırladı ve kültürel hakları
da kapsayan bazı yüzeysel reformlar da önerdi. Ne var
ki bu işte samimi değildi. Oy kaygısıyla
yapılan bu tür çıkışlar olayların
gürültü patırtısı içinde unutuldu. SHP söylediklerine
sahip çıkmadı ve güçlenen şovenizmin, baskı
rejiminin ana dayanaklarından biri oldu.
-----------------------------------------------
(1) Bu dönemde olup bitenler ve özellikle Güney Kürdistan’da
sınıra yönelik göç Kuzey’de kitleler arasında
öylesine bir heyecan dalgası yarattı ki, düzen partilerinin
yerel tabanını ve yerel örgütlerini bile doğan
tepki dalgasına katılmaya zorladı. Dayanışma
amacıyla Diyarbakır’da, HEP ve SP ile birlikte,
düzen partilerinin yerel örgütlerinin (DYP, SHP, RP), sendikaların
ve demokratik kitle örgütlerinin de içinde olduğu bir
Demokratik Platform oluştu. Bu platformun oluşmasında
pay sahibi idik ve başkanı da arkadaşımız
Refik Karakoç’tu. Platform Diyarbakır ve çevre kent ve
kasabalarda bir dizi kitlesel etkinlik düzenledi. Bunlardan
biri Nisan 1991’de Diyarbakır’da yapılan, Güney
Kürdistan’a destek niteliğindeki ve onbinlerce kişinin
katıldığı mitingdi.
Demokratik Platform, bazılarının şimdi
her şeyi PKK’ya mal etme, öyle görüp gösterme anlayışına
karşılık, PKK ile ilgisi olmayan, partimizin
ve öteki Kürt yurtsever çevrelerinin içinde etkin oldukları
bir sivil toplum hareketi idi. PKK ise, bizzat Öcalan’ın
ağzından bu plaformun çalışmalarından
rahatsızlık dile getirmiş ve örgütünü, “Bizden
başka kimse yok diyorsunuz, ama işte Demokratik
Platformun eylemleri ortada,” demiş ve bu çalışmaları
engelleyemedikleri için her zamanki gibi örgütüne fırça
atmıştı...
(2) Diyarbakır belediye Başkanı Turgut
Atalay, bir toplantıda halka Kürtçe seslendi diye SHP’den
atılmıştı.
Yazarın önceki yazılarından:
Adaletin
perişanlığı ve Hizbullah olayı
Özgür
olmadıktan sonra vatandaşlığın önemi
ne?
Bir
protesto yazısı
Kurban
Bayramı, Gizli Anayasa, Irak’ın içişleri vs…
HES’ler;
Önce insan ve doğa mı, yoksa para mı?
Dışardan
Türkiye manzaraları
Cumhuriyetin
87. yılında ilginç Türkiye manzaraları
Wek
rexne li ser pêşangeha Bottropê
Bottrop’ta,
4. Kürt Kitapları Fuarı’nda
Anadilde
eğitime bile karşı çıkanlar
Kürt sorununu nasıl çözecek?
Barışa
ve demokrasiye susamışız
Boykot
haklıdır
Anadilde eğitim anasütümüz kadar
helaldır
Kurdun
sevdiği dumanlı havalar
Referandumla
iyi bir rüzgar yakaladık
Kılıçdaroğlu
ve yanlış tarafta duranlar…
Kim kime karşı, kim kime rakip?
3. bölüm
Niçin PKK ve Öcalan üstüne yazıyorum?
Kim
kime karşı, kim kime rakip?
2.
Bölüm
Siyasetten
ne bekliyorum?
Kim
kime karşı, kim kime rakip?
”Demokratik
Özerklik” üzerine
Siyam
İkizleri: Derin Devlet ve PKK
Militarist-faşist
güçlerin son çırpınışları
Biz
hiç susmadık;Ama bizi görüp duymadınız…
Kimlik
sorunu- 3
Kadın
sorunu ve sosyalizm
Kimlik sorunu -2
Kimlik
sorunu -1
27
Mayıs “Devrimi”
Viyana-İzlanda,
Dil ve Şiir
Bir
Dünyalıyım
Kovancılar
Depremi, Lazaref, Dema Nû ve Newroz...
Geçmişten
bir sayfa...
Çok
laf değil, somut adımlar...
KÜRT
SORUNUNDA BU DURUMA NASIL GELİNDİ? 1960 VE SONRASI...
Pervasızlığın
bu kadarı:
“Balyoz” derbe planı...
Kar
– Şiir
Ali
Baba Kırk Haramiler Mağarasında
Açılımda eksikler ve yanlışlar
İki
ihtimal
Ergenekon
eylemde
Tüm barış ve demokrasi güçleri
uyanık olmalı
TBMM’de
Kürt Sorunu ve Dersim…
Statükocu
güçler, Ergenekon ve şiddet birbirine bağlı
Hey,
Hürriyet! Orada kimse yok mu?..
Aptallık
insana özgüdür
Alevi
sorununu çözmeye Munzur’dan başlayın!
Abdülmelik
Fırat’ın ardından
Aldatanlar
ve aldananlar...
Sisteme
kurban edilenler...
Ayıp
diye bir şey vardır, Bay Akyol!
Şu
bölme, bölünme hikâyesi...
Dema
Nu ile söyleşi
Ne
yazmalı?
Bu
nasıl devlet, bu nasıl yargı?!
Statüko
ile değişim arasında
Ahmet
Altan sapla samanı karıştırıyor
Kelepir fiyatına çözüm!
Barış
ve çözüm ortamı var mı?
Mardin
olayı üzerine
Nesimi,
Mahzuni, İhsani…
“Korku
imparatorluğu”
ve arkadaşım Turgut Kazan...
Hizbullah-PKK,
Jandarma silahları;
DTP’ye yönelik son operasyon
Güngören
bombaları
Ve bir kez daha haklı çıkarken…
Ergenekon
davası
Ve hukuk adına telaşlı çığlıklar...
Obama’nın
ziyareti derde derman oldu mu?
29
Mart Yerel Seçimlerinin Sonuçları
Gül
Kürdistan deyince...
Kar,
bahar ve Newroz üzerine…
DTP
sorumluları bu işlere ne der?
Bir
hastane yazısı
Yerel
Seçimler Üzerine
“Ergenekon”un
kısa bir tarihçesi
İşte
buna şaşıyorum!
Ergenekon
üstüne titreyenler...
Bu telaş neyin nesi?
Onlar
yalnız Ermenilerin değil, kendi halklarının
da düşmanı
Din-siyaset
ilişkileri
Ergenekon
ve 33 asker
Din
üzerine bir sohbet
Takke
düştü, kel göründü
Türkiye
sorunlarını neden çözemiyor?
Bezele
de Dağlıca gibi bir provokasyon
Ergenekon
ve Sol
Pirçandî û Pirsa Kurd
İçe kapanma olayı ya da kaplumbağa politikası
Kürtçe ve Türkçe yazma üzerine
Cambaza
mı bakalım, hırsıza mı?
Komplolar,
cinayetler, provokasyonlar… ”Devlet sırları!”
Sistemde açılan bu gedik önemlidir
Abant Platformu ve sömürgeci tezlerin yeni versiyonları
Ergenekon
ve Dağlıca
”Bilgi
Destek Planı” yıllardır yürürlükte..
Baskın
Hoca’nın genellemeleri…
Bu
nasıl bir ülkedir?
Umut ne AKP’de, ne Kemalizmde
AKP’nin “çözüm” paketi ve GAP
Kürt
sorununda ekonomi ve siyasetin bağı
Sabancı
Cinayeti’nin belgeleri de ortaya dökülürken...
AKP
değişimin partisi değil
Eski
film yeniden gösterimde mi?
Kedinin
boynuna çanı kim takacak?
Ülkeyi
batağa sokanlardan çözüm beklenemez
Yeni bir halk hareketine
gerek var
Canım
tepki göstermek istemiyor
Sadun
Hoca ve Hasretyan
Geçmiş olsun Sırp yoldaşlar!
Aslan
Asker Şwayk ”Panodaki Şiir”e Karşı!
Türban
ve laiklik üzerine
Ergenekon
ve Türk medyasının çözülen dili
Düzenli köşe yazılarıma
son verirken…
Hrant
Dink’i anarken
AKP
sistemle kaynaşırken..
Sekiz
asker, bomba olayı ve Erdoğan…
Tarih,
akıl ve ahmaklık üzerine
Kandil
Operasyonu; hedefler, sonuçlar
Kürtlerin
temsil sorunu
Sabah’taki
söyleşi, DTP ve temsil sorunu üzerine
Oyunun yeni perdesi ve değişen
taktikler
DTP’ye
yönelik kapatma davası
Bush-Erdoğan
görüşmesi ne sonuç verdi?
Militarizm
Türkiye’yi teslim almak istiyor
Katil
kim?.
PKK’nın
silah bırakmasına veya yeni bir ateşkese karşıyım!
Bu çılgınlıkla
nereye?..
Nasıl
bir anayasa? – 3
Militarizm barışa, demokrasiye, gelişmeye engel
Türkiye
Malezya olur mu? Keşke olabilse!
Nasıl
bir anayasa? – 2 Kemalizm ayak bağı oldu
Nasıl bir anayasa?
Bir
genel af ”PKK sorununu” bitirir mi?
DTP’nin
temel yanlışı ne?
Yedi
kızın acı öyküsü Yaşamadan Öldüler
Yakın
tarihe kısa bir gezinti
Kürdistan gerçeği, Kürt ulusal sorunu ve onurlu tavır
Türk
dış politikasının rüşvetleri…
Yezidi
Kürtlere yapılan saldırı
Türk
Parlamentosu ve Kürtler
Seçimlerde
Türkiye solu, Kürt Ulusal hareketi
22
Temmuz Seçimleri üzerine
Orman
yangınları kimin işi?
Dink
Davası ve Sivas
Bir
mum yakmaya devam…
Kuzeyde
bir hafta
Norveç sınırı, Laponlar, beyaz geceler…
Darbe
ayağa düştü
Darbe
planı işlemekte
Barzani
“PKK terörü”nü destekliyor mu?
Hükümet
gerçekleri halka anlatmalı
Sayın
Sezer, nereden nereye!
Son
terör eylemlerinin ardında kimlerin eli var?
Sistem
ne laik ne demokrat
“Dil
Devrimi” ve “Güneş Dil Teorisi” komedisi
“Türk
Tarih Tezi” komedisi
Paşalar
Cumhuriyeti, berdevam mı?.
Kürt
Dili nasıl kurtulur?
Türk
medyası ya da Yalancı Çoban
General,
istifa et!
Heyy,
orada bir Müslüman yok mu?!.
Irkçı
görüşlerin temeli yalan ve safsata-2
Türk-İslam
sentezi ve Kürtler, Aleviler...
Irkçı
görüşlerin temeli yalan ve safsata-1
Kim
olursa olsun!
“Bu
ırkçılık nerden çıktı?!”
Aman,
301’i değiştirmeyin!
Yanlışta
direnenler, Sopayı çözüm sananlar...
“Halkın
oyları” ve çıkar yol
Türkiye
batağa nasıl saplandı..
Kerkük
Kürdistan’a katılırsa...
Gerçek
katil kim?
Ankara
Konferansı üzerine
AB’ye
sırtını dönen Türkiye’de Savaş hazırlığı
mı, blöf mü?
Saddam
cezasını buldu
Çıkara
dayalı yanlış hesaplar
AB’nin
son kararı üzerine
Baker
Raporu ölü mü doğdu?
PKK
neden taktik değiştirdi?
İlkesizlik
ve Irak’ta çözüm
Bir
kez daha Ermeni sorunu üzerine
Değişime
direnen Türkiye
Sel,
yangın vb. “doğal felaketler” üzerine..
Kürdistan,
zenginlik içinde yoksul ülke..
Bir
şarkı, bir şiir
Fransız
Parlamentosu’nun kararı Ve Cezayir..
En
büyük devletsiz ulus..
Oyunu
gerçek sanmak-2
Oyunu
gerçek sanmak.. (1)
Ana-babalar
kirli savaşı sorgulamalı
Linç
salgını yayılırken…
Lübnan’dan
uzak dur, Kürdistan’a hücum!..
Uygarlıklar
Savaşı mı?
Türkiye’nin
Kerkük Sorunu!
Halkı
yalanla besleyen rejimler…
Irak’ı
bekleyen: Ya üçlü konfederasyon, ya üç ayrı devlet
Bölgemizde
ve Dünyada barış ve istikrar için..
Statükonun
yıkımına kim ağlar?
Terör
ve PKK bahane, Hedefler çok başka…
Hürriyet’in tehlike çanları!
Kırk katır mı, kırk satır mı?..
Demirel, Çiller, Ağar, Güreş… Bunlar tanık
mı, sanık mı?.
Şemdin’in
yakalanması, destanlar, balonlar…
Başı
türbanlı bir kadın neden cumhurbaşkanı
olmasın?..
Çetelerle
mücadelede hükümete destek vermeli
Ülkeyi
esir alan ahtapot...
Sular
ısınırken...
”Sanki
herkes kör, herkes zincirlerle bağlı…”
Bu
bir darbe değil mi?
Terör
ne, terörizm ne?
TBMM
Başkanı Arınç’ın kunuşması ve
demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki
askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin
Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş
terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı,
tutku ve akıl...
Derin
devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç
ve Ceza
Yine
bir şeyler dönüyor…
Sistem
çürümüş, dökülüyor
Irak’ta
iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey
olanlar..
ŞOVENİZMİN
ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At
izi it izine karışırken..
HAMAS
ve PKK…
Sağduyu
ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin
üstü örtülüyor
Adalet
mi rezalet mi?.
Genelkurmay
Gladyosuna sahip çıktı!
Türk
Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik
Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk
rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt
sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye
Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın
Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris
olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar
böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli
bir fırsattır
Bu
nasıl bir ilerleme?
Değişimi
anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz
üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin
AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son
gelişmeler üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar
üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun,
örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı
için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II
Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir
kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş
I M A R I K…
Kürt
Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|