Doğru yolda olmak mı önemli,
yanlış bir yolda çok olmak mı?
Kemal Burkay
Bazen düşünüyorum, 7-8 yıl öncesine kadar Parti’de
birinci derecede sorumluyken bir dizi örgüt işinin (sık
yolculuklar, toplantılar, raporlar, mektuplar, diplomatik
görüşmeler vb.) yanı sıra , onca yazıyı
nasıl yazabiliyordum?
Bu arada biraz daha yaşlandım, doğru; bu,
kişinin enerjisini desen demesen etkiliyor. Ama siyasette
iş yoğunluğu aynı zamanda düşünce
planında da üretici kılıyor insanı. Yurt
ve dünya olaylarıyla ilgili hemen her önemli konuda görüşünü
yazma gereğini duyuyorsun. Gelen eleştirilere cevap
yetiştiriyorsun. Siyaset asıl olarak sözle yapılır.
Söyleyecek sözü olmayanlar, söz ve düşüncelerine güven
duymayanlar, haksızlar, zorbalar ise, karşılarındakini
susturmak, dediklerini yaptırmak için, eğer olanak
varsa pazu gücüne, şiddete başvururlar.
Şu son günlerde yakın çevremizde ve dünyada çok
önemli olaylar yaşanıyor. Örneğin İran
rejimi, yıllardır muhaliflere, rejim karşıtlarına,
kadınlara, demokratlara ve Kürt yurtseverlerine karşı
bir kasap satırı gibi işliyor. Zindanlar dolu,
işkence çarkı amansızca işliyor. İdamlar
günlük uygulamalardan. Bu konuda bir şeyler yapamadığım,
en azından söyleyip yazamadığım için zaman
zaman kendimi suçluyorum. Bu pervasız rejime karşı
uluslararası planda yeter tepki yok. Neyse ki son günlerde
İran muhalefetinin girişimiyle bir kampanya açıldı.
Bu kampanya gözlerin İran rejiminin yaptıklarına
çevrilmesine yol açacak, rejimin daha da soyutlanmasını,
köşeye sıkışmasını hızlandıracak.
Suriye’de de, özellikle Kürt yurtseverlerine karşı
benzer bir durum var. Baskı ve tutuklamalar, askerlik
yapan Kürtlere karşı, intihar süsü verilen infazlar
(Türkiye’de olduğu gibi) son yıllarda pek arttı.
Kuzey Afrika ve Arabistan ise, Tunus’ta çakan kıvılcımla
birlikte bir yangın yerine döndü. Kitle hareketleri bakımından
umutsuzlukla bakılan, dünya yıkılsa kımıldamaz
sanılan bu bölge herkesi şaşırtacak biçimde
hareketlendi. Yükselen kitle hareketleri karışısında
diktatörlükler peş peşe yıkılıp gitmekte.
Kitle hareketinin nereye varacağı, Arap dünyasının
tüm bu altüst oluşlardan sonra siyasal ve ideolojik olarak
nasıl bir biçim alacağı ise ayrı bir konu.
Bundan Ekim Devrimi türünden bir devrim çıkmayacağı
besbelli. Fransız Devrimi türünden bir devrim, aydınlanmanın
eşlik ettiği bir modernleşme çıkar mı,
o da zor. Yine de statükonun yıkılması iyidir.
Kitleler kendi güçlerinin farkına varmakta, değişimi,
özgürlüğü tatmakta, soluk almakta. İslam dünyası
da düşe kalka yol alacak, değişecek, dünyaya
daha çok açılacak.
Son dönemde, televizyondan allerji duyduğum gibi, internet
ve cep telefonundan daha da çok allerji duyar olmuştum.
İnsanları eski tür toplumsal ilişkilerinden,
eş-dost sohbetlerinden, doğadan, spordan, kitaptan
uzaklaştırdıkları, sanal bir dünyaya hapsettikleri
için. Bir tür bağımlılık yarattıkları
için. Bu konuda bir yazı yazmayı düşünüyordum.
Ama Arap dünyasında bile cep telefonunun, internetin,
facebook ve benzerlerinin marifetlerini gördükten, bir “internet
devrimi”ne tanık olduktan sonra, fikrim tümüyle değişmese
bile, söz konusu ileşitim araçlarına farklı
bir gözle bakar oldum. Bir dönemin fabrikaları nasıl
işçileri bir araya getirip onlara direniş gücü verdiyse,
bu modern ileştişim araçları da kitleler açısından
öylesine bir ağ ve etki oluşturabiliyor; belki de
daha fazlasını...
Bu olaylarla ilgili olarak da günler, haftalar geçti, birşeyler
yazmadım, görüşümü kamuoyuna iletmek için çaba göstermedim.
Bir yazar ve aydın olarak olup bitenler nedeniyle kitlelere
karşı sorumluluk taşısam da, yumurta küfesi
omuzumda olmadığı için kendimi yormadım.
Son günlerde asıl olarak kitaplarımı baskıya
hazırlama işiyle uğraştım, ayrıca
yurda dönüşümle ilgili, gelen talepler üzerine medyaya
görüşlerimi yansıttım. Bu yazımın
da amacı aslında oydu.
Benim gibi, faşist bir rejimin eline düşmemek için
zorunlu olarak yurt dışına çıkmış
birinin, yurda dönmeyi düşünmesi ve uygun ortam oluşunca
dönmesi kendi başına zaten doğaldır. Bunu
ayrıca uzun uzun açıklamak gerekmez. Koşulları
olsa daha ilk yılda dönerdim. Ama bilinen nedenlerle
gurbet uzun sürdü, 30 yılı aşkın bir zaman
geçti.
Ama bazı çevreler dönme kararımı açıklamam
üzerine, huyları gereği spekülasyon yapıyorlar.
Bunlar içinde son olarak Öcalan da var. Son avukat görüşmesinde
dönüşümle ilgili uluorta konuşuyor. Bunu AK Parti’nin
planı gibi göstermeye kalkışıyor.
Öcalan’ın huyu böyle. Sahneye çıktığı
günden beri hedef seçtiklerini (PKK dışında
her türden Kürt örgütü ve sol örgüt, kendisine itiraz eden,
eleştiri yönelten herkes onun hedefiydi) hep suçladı.
Başkalarına işbirlikçi dedi, hain dedi. Çoğu
zaman kendi sıfatlarını başkalarına
yapıştırdı.
Öcalan şimdi de bu yöntemi, İmralı’daki hücresinden
sürdürüyor. AKP’nin beni ve Şıvan Perwer’i kendi
yanına çekmeye, bizi kullanmaya çalıştığını
söylüyor.
Bir gazeteci arkadaş, Öcalan’ın söz konusu beyanatını
ileterek görüşlerimi sordu. Bu sözleri ciddi bulmadığımı,
önemsemediğimi, bu nedenle polemiğe girmek istemediğimi
söyledim. Gerçekten de bu saçmalıklara cevap vermek bana
sıkıntı veriyor. Öte yandan, bu sözleri ciddiye
aldığım için değil, ama kamuoyunu ciddiye
aldığım için yine de bu konuda bir şeyler
söyleme gereği duydum.
Bir kere AK Parti’nin yanında pek çok, PKK’nın
ve BDP’nin yanında olandan da çok Kürt var. Bu Kürtlerin
önemli bir bölümü hem İslami değerlere sahipler
hem de Kürt ulusal değerlerine. İçlerinde AK Parti’de
öndegelen isimler, bakanlar var. Bu bakımdan AK Parti’nin
Kürtlerden yana sıkıntısı yok. Ben ise
sosyalist bir Kürdüm, kendime özgü siyasi çizgim var. Bu çizgi
AK Parti’ninkinden ayrı ve daha AK Parti olmadan önce
vardı, şimdi de devam etmekte.
Ama AK Parti veya başka bir parti, ya da Türkiye devlet
çarkındaki bir devlet adamı, bir yetkili benimle
diyalog kurmak isterse bundan ürkmem ve kaçmam. Kürt sorununun
çözümünü onunla tartışırım. Türk medyası
görüşlerimi sorarsa bundan memnun olur, görüşlerimi
yansıtırım. Bunun için kimseden izin almam
gerekmiyor. Çünkü ben de Partim’de Öcalan’ın emir kulu
değiliz; ondan ve PKK’dan önce vardık.
Öcalan büyük bir kitlemiz olmadığını
söylüyor. AK Parti yetkililerinin neden bana ve Şıvan
Perwer’e böylesine önem verdiklerinden, çağrı yaptıklarından
yakınıyor. Oysa o ve arkadaşları biraz
akıllıca düşünseler veya dürüstçe hareket etseler
aslında bunu anlamak zor değil.
Ben yurt dışında olduğum 30 yıllık
süre içinde Avrupa’dan Avustralya’ya kadar onlarca ülke dolaştım
ve yüzlerce diplomatik görüşme yaptım. Aralarında
başbakanlar, dışişleri bakanları,
parlamento başkanları ve pek çok siyasi parti lideri
vardı. 3 kez Avrupa Parlamentosu’na davet edildim ve
konuştum. Aynı şeyi İran KDP, Irak KDP
ve KYB’nin liderleri için de söyleyebiliriz. Ama Öcalan ve
partisi bunların bir tekiyle bile görüşemedi. Öcalan
Suriye’den çıkarıldığında hiçbir
ülke ona kapısını açmadı, sığınma
hakkı tanımadı.
Öcalan ve arkadaşları bunun nedenleri üzerinde
düşünebiliyorlar mı? Eğer kendileri uluslararası
arenada bir cüzzamlı durumuna düştülerse bu ne bizim
suçumuzdur, ne de Kürt halkının. Dönüp kendi söz
ve eylemlerine baksınlar. İzledikleri politikalar
hem kendilerini, hem savunur göründükleri davayı güç
durumlara düşürdü, çok zarar verdi.
İşin ilginci, özellikle 1993’teki protokolümüzün
ardından, uluslararası planda görüştüğüm
tüm parti liderlerine, devlet adamlarına, PKK’nın
barış ve diyalog sürecinden dışlanmaması
gerektiğini söyledim. PKK’nın bize karşı
tutumunu bilen bazıları buna şaşırdılar
ve bu toleranslı, uygar tavrımızı övgüyle
karşıladılar. Bugün de tutumum aynı. Örneğin
daha bir hafta önce NTV’de Banu Güven’le yaptığım
söyleşide de aynı şeyi dile getirdim.
Ne ilginçtir ki Öcalan ve PKK başkalarının
bizimle görüşmesine hep karşı oldu, hep tepki
gösterdi. Çünkü PKK ortaya çıktığı günden
beri, Kürt sahnesinde başka hiçbir aktör, hiç bir ses
istememekte, olanları yok etmeye çalışmaktadır.
PKK şu anda ülkemizde iktidar değil, ya olsa acaba
bu anlayışıyla ne yapardı? Pol-Potçulara
rahmet okutur muydu?
Öcalan benim ve Şıvan’ın bir kitlesi olmadığından,
BDP’nin milyonları kucakladığından söz
ederek “Hükümet neden BDP ile, seçilmiş belediye başkanları
ve milletvekilleriyle görüşmüyor?” diyor ve bu işte
kötü niyet ve başka hesap arıyor.
AK Parti elbet kendine özgü çıkarları, amaçları
olan bir parti. Onlar şu anda ayrıca Türkiye’de
hükümetler ve siyaset yaparken doğal olarak hem kendi
parti çıkarlarını, hem Türkiye’nin devlet olarak
çıkarlarını gözetirler. Onların politikasını
çizmek, şununla görüş, bununla görüşme demek
bize düşmez, Bay Öcalan’a da düşmez.
Ama AK Parti hükümeti gibi, “Ülkenin en önemli sorunu Kürt
sorunudur ve Türkiye’nin düze çıkması için bir an
önce çözümü gerekiyor,” diyen, bunun için açılım
süreci başlatan, bu nedenle statükocu ve şoven güçlerin
ağır saldırılarına hedef olan bir
parti, “milyonları etkileyen” BDP ile değil de benimle
ve Şıvan Perwer gibi bir sanatçı ile diyaloga
değer veriyorlarsa Öcalan ve adamları bunun üzerinde
de düşünmeli.
Ben kendi payıma BDP’yi önemsiyor ve legal bir parti
olarak çözümde rol alabileceğini hep söylüyorum. Ama
BDP’nin kendisi ısrarla “Muhatap Öcalandır!” diyor.
Sayın Ahmet Türk son demecinde, yurda dönersem DTK’da
yer almamı önermiş. Sağolsun. Ama DTK’nın
eş başkanı Aysel Tuğluk, daha yeni, “Muhatap
Öcalan’dır,” dedi. Yani BDP ve DTK kendilerini muhatap
saymıyorlar ve bizim kendilerini ciddiye aldığımız
kadar bile ciddiye almıyorlar...
Muhatap Öcalan’sa, “irade” o ise, o zaman DTK’ya ne gerek
var ve benim böyle bir DTK’de işim ne?
Öte yandan, hükümet BDP ile görüşsün diyen Öcalan’ın
kendisi BDP’yi ciddiye alıyor mu? Şimdiye kadar
ne BDP’yi ne de öteki legal partileri, kurumları, seçilmiş
belediye başkanlarını ve milletvekillerini
önemsemediğinin, onları emirkulu gibi gördüğünün,
azarladığının sayısız örneği
var.
Öcalan’ın ciddiye almadıklarını, hatta
kendi kendilerini ciddiye almayanları Hükümet veya başkası
neden ciddiye alsın ki?
Eğer BDP ve DTK iradelerine sahip olsalardı, Kürt
halkının temel haklarını (kendi kaderini
tayin, eşitlik temelinde bir federasyon, Kürtçe’nin de
ikinci resmi dil olması vb. istemleri) kararlıca
savunsalardı, benim veya başkalarının
ayrı bir parti, ayrı bir kanal aramamız için
hiçbir neden yoktu, gelir sıradan bir üye olarak BDP’ye
veya DTK’ya katılırdık ve bu hiç ayıp
olmazdı, bundan onur duyardık.
Ama ne yazık ki söz konusu örgütler, kendilerini değil
Öcalan’ı muhatap göstermekle, onun ağzından
çıkan sözlere göre siyaset yapmakla ve Öcalan’ın
–daha doğrusu İmralı’da ona yön verenlerin-
keyfine, değişen tavırlarına uygun olarak
bir günden diğerine siyasetlerini değiştirmekle,
böylesi özgür bir iradeye sahip olmadıklarını
yıllardır yeterince kanıtladılar. Öyle
olunca, az ya da çok olmaları, milyonları kucaklayıp
kucaklamamaları benim açımdan hiç önemli değildir.
Öcalan’a gelince... Kürt halkının hak ve istemlerini
kararlılıkla savunan bir Mandela mı? Böyle
olmadığını bu ülkede siyasetten anlayan,
olup biteni izleyen –siyaset adamı, gazeteci, aydın,
sıradan yurttaş- herkes biliyor, hepimiz biliyoruz.
Öcalan ne fiziki olarak, ne de düşünce planında
özgür değil. Yakalandığı ve yargılandığı
zaman, kameraların önünde söyledikleri ortada: “Pişmanım,
hizmete hazırım, ne istiyorsanız onu yapayım!..”
Bu sözlerin yoruma ihtiyacı var mı? Daha sonra
yaptıkları da aynen böyle oldu. Silahları bırak
dediler, bıraktı. PKK’nın adını bırak
dediler, bıraktı; KADEK yaptı, Kongra Gel yaptı.
Silahlı güçlerini Güney’e geçir dediler, geçirdi. Tekrar
savaş oyunu oynayalım dediler, PKK’nın adını
geri verdiler, aldı ve savaş oyununa başladı.
Bu oyun hâlâ devam ediyor...
Eğer böyle değilse, bir Allahın kulu çıkıp
böyle değil desin!
Kısacası, Kürt sorununun çözümünde Öcalan’ı
muhatap göstermek, daha baştan her şeyi Türk devletinin
–şu anda derin devletin- insafına bırakmak
demektir.
Yarın, derin devlet tümden etkisiz kılınsa,
Öcalan üzerinde inisiyatif sivil hükümete geçse, bu kez de
yönlendiren AK Parti hükümeti veya onun yerini alan hükümet
olacaktır.
Yıllardır Kürt halkına oynanan oyun ve tuzaklar
Kürt toplumunda derin yaralar açtı, Kürt ulusal hareketini
çarpıttı, at iziyle it izi birbirine karıştı.
Biz gücümüzü yitirirken, PKK türünden bir parti, ve Öcalan
türünden bir “lider” öne çıktı. Şu anda da
Türk devleti ve medyası onu “Kürt siyasi hareketi” ve
“Kürt lideri” diye sunmak için her şeyi yapıyor.
Altadılmış, yanlışa yöneltilmiş
pek çok kişi de özgürlük umuduyla onların peşinden
gidiyor.
Bu durumda ne yapmalı? Lanet edip siyaseti bırakmalı,
bir köşeye çekilmeli mi, yoksa her şeye rağmen
doğruları cesaretle dile getirmeli mi? Ben kendi
payıma bu ikincisini yapıyorum.
Son olarak şunu derim: Yanlış yolda olan milyonların
peşine takılmam, elimden geldiğince onlara
gidilen yolun yanlış olduğunu söyler ve doğru
yolu göstermeye çalışırım. Doğru
yolda tek başıma da olsam yürürüm. Çünkü yanlış
yoldan bir yere varılamıyacağını
ve sonunda, geç de olsa, doğrunun kazanacağını
bilirim.
Kaldı ki söyledikleri gibi yalnız değilim.
Çok dostum, sevenim var; görüşlerime değer veren,
ortak olan çok insan var; Kürtler içinde de Türkler içinde
de.
Yazarın önceki yazılarından:
Geçmişten Bir Sayfa –
2 AGİK Kopenhag Toplantısı
Geçmişten
Bir Sayfa – 2
Adaletin
perişanlığı ve Hizbullah olayı
Özgür
olmadıktan sonra vatandaşlığın önemi
ne?
Bir
protesto yazısı
Kurban
Bayramı, Gizli Anayasa, Irak’ın içişleri vs…
HES’ler;
Önce insan ve doğa mı, yoksa para mı?
Dışardan
Türkiye manzaraları
Cumhuriyetin
87. yılında ilginç Türkiye manzaraları
Wek
rexne li ser pêşangeha Bottropê
Bottrop’ta,
4. Kürt Kitapları Fuarı’nda
Anadilde
eğitime bile karşı çıkanlar
Kürt sorununu nasıl çözecek?
Barışa
ve demokrasiye susamışız
Boykot
haklıdır
Anadilde eğitim anasütümüz kadar
helaldır
Kurdun
sevdiği dumanlı havalar
Referandumla
iyi bir rüzgar yakaladık
Kılıçdaroğlu
ve yanlış tarafta duranlar…
Kim kime karşı, kim kime rakip?
3. bölüm
Niçin PKK ve Öcalan üstüne yazıyorum?
Kim
kime karşı, kim kime rakip?
2.
Bölüm
Siyasetten
ne bekliyorum?
Kim
kime karşı, kim kime rakip?
”Demokratik
Özerklik” üzerine
Siyam
İkizleri: Derin Devlet ve PKK
Militarist-faşist
güçlerin son çırpınışları
Biz
hiç susmadık;Ama bizi görüp duymadınız…
Kimlik
sorunu- 3
Kadın
sorunu ve sosyalizm
Kimlik sorunu -2
Kimlik
sorunu -1
27
Mayıs “Devrimi”
Viyana-İzlanda,
Dil ve Şiir
Bir
Dünyalıyım
Kovancılar
Depremi, Lazaref, Dema Nû ve Newroz...
Geçmişten
bir sayfa...
Çok
laf değil, somut adımlar...
KÜRT
SORUNUNDA BU DURUMA NASIL GELİNDİ? 1960 VE SONRASI...
Pervasızlığın
bu kadarı:
“Balyoz” derbe planı...
Kar
– Şiir
Ali
Baba Kırk Haramiler Mağarasında
Açılımda eksikler ve yanlışlar
İki
ihtimal
Ergenekon
eylemde
Tüm barış ve demokrasi güçleri
uyanık olmalı
TBMM’de
Kürt Sorunu ve Dersim…
Statükocu
güçler, Ergenekon ve şiddet birbirine bağlı
Hey,
Hürriyet! Orada kimse yok mu?..
Aptallık
insana özgüdür
Alevi
sorununu çözmeye Munzur’dan başlayın!
Abdülmelik
Fırat’ın ardından
Aldatanlar
ve aldananlar...
Sisteme
kurban edilenler...
Ayıp
diye bir şey vardır, Bay Akyol!
Şu
bölme, bölünme hikâyesi...
Dema
Nu ile söyleşi
Ne
yazmalı?
Bu
nasıl devlet, bu nasıl yargı?!
Statüko
ile değişim arasında
Ahmet
Altan sapla samanı karıştırıyor
Kelepir fiyatına çözüm!
Barış
ve çözüm ortamı var mı?
Mardin
olayı üzerine
Nesimi,
Mahzuni, İhsani…
“Korku
imparatorluğu”
ve arkadaşım Turgut Kazan...
Hizbullah-PKK,
Jandarma silahları;
DTP’ye yönelik son operasyon
Güngören
bombaları
Ve bir kez daha haklı çıkarken…
Ergenekon
davası
Ve hukuk adına telaşlı çığlıklar...
Obama’nın
ziyareti derde derman oldu mu?
29
Mart Yerel Seçimlerinin Sonuçları
Gül
Kürdistan deyince...
Kar,
bahar ve Newroz üzerine…
DTP
sorumluları bu işlere ne der?
Bir
hastane yazısı
Yerel
Seçimler Üzerine
“Ergenekon”un
kısa bir tarihçesi
İşte
buna şaşıyorum!
Ergenekon
üstüne titreyenler...
Bu telaş neyin nesi?
Onlar
yalnız Ermenilerin değil, kendi halklarının
da düşmanı
Din-siyaset
ilişkileri
Ergenekon
ve 33 asker
Din
üzerine bir sohbet
Takke
düştü, kel göründü
Türkiye
sorunlarını neden çözemiyor?
Bezele
de Dağlıca gibi bir provokasyon
Ergenekon
ve Sol
Pirçandî û Pirsa Kurd
İçe kapanma olayı ya da kaplumbağa politikası
Kürtçe ve Türkçe yazma üzerine
Cambaza
mı bakalım, hırsıza mı?
Komplolar,
cinayetler, provokasyonlar… ”Devlet sırları!”
Sistemde açılan bu gedik önemlidir
Abant Platformu ve sömürgeci tezlerin yeni versiyonları
Ergenekon
ve Dağlıca
”Bilgi
Destek Planı” yıllardır yürürlükte..
Baskın
Hoca’nın genellemeleri…
Bu
nasıl bir ülkedir?
Umut ne AKP’de, ne Kemalizmde
AKP’nin “çözüm” paketi ve GAP
Kürt
sorununda ekonomi ve siyasetin bağı
Sabancı
Cinayeti’nin belgeleri de ortaya dökülürken...
AKP
değişimin partisi değil
Eski
film yeniden gösterimde mi?
Kedinin
boynuna çanı kim takacak?
Ülkeyi
batağa sokanlardan çözüm beklenemez
Yeni bir halk hareketine
gerek var
Canım
tepki göstermek istemiyor
Sadun
Hoca ve Hasretyan
Geçmiş olsun Sırp yoldaşlar!
Aslan
Asker Şwayk ”Panodaki Şiir”e Karşı!
Türban
ve laiklik üzerine
Ergenekon
ve Türk medyasının çözülen dili
Düzenli köşe yazılarıma
son verirken…
Hrant
Dink’i anarken
AKP
sistemle kaynaşırken..
Sekiz
asker, bomba olayı ve Erdoğan…
Tarih,
akıl ve ahmaklık üzerine
Kandil
Operasyonu; hedefler, sonuçlar
Kürtlerin
temsil sorunu
Sabah’taki
söyleşi, DTP ve temsil sorunu üzerine
Oyunun yeni perdesi ve değişen
taktikler
DTP’ye
yönelik kapatma davası
Bush-Erdoğan
görüşmesi ne sonuç verdi?
Militarizm
Türkiye’yi teslim almak istiyor
Katil
kim?.
PKK’nın
silah bırakmasına veya yeni bir ateşkese karşıyım!
Bu çılgınlıkla
nereye?..
Nasıl
bir anayasa? – 3
Militarizm barışa, demokrasiye, gelişmeye engel
Türkiye
Malezya olur mu? Keşke olabilse!
Nasıl
bir anayasa? – 2 Kemalizm ayak bağı oldu
Nasıl bir anayasa?
Bir
genel af ”PKK sorununu” bitirir mi?
DTP’nin
temel yanlışı ne?
Yedi
kızın acı öyküsü Yaşamadan Öldüler
Yakın
tarihe kısa bir gezinti
Kürdistan gerçeği, Kürt ulusal sorunu ve onurlu tavır
Türk
dış politikasının rüşvetleri…
Yezidi
Kürtlere yapılan saldırı
Türk
Parlamentosu ve Kürtler
Seçimlerde
Türkiye solu, Kürt Ulusal hareketi
22
Temmuz Seçimleri üzerine
Orman
yangınları kimin işi?
Dink
Davası ve Sivas
Bir
mum yakmaya devam…
Kuzeyde
bir hafta
Norveç sınırı, Laponlar, beyaz geceler…
Darbe
ayağa düştü
Darbe
planı işlemekte
Barzani
“PKK terörü”nü destekliyor mu?
Hükümet
gerçekleri halka anlatmalı
Sayın
Sezer, nereden nereye!
Son
terör eylemlerinin ardında kimlerin eli var?
Sistem
ne laik ne demokrat
“Dil
Devrimi” ve “Güneş Dil Teorisi” komedisi
“Türk
Tarih Tezi” komedisi
Paşalar
Cumhuriyeti, berdevam mı?.
Kürt
Dili nasıl kurtulur?
Türk
medyası ya da Yalancı Çoban
General,
istifa et!
Heyy,
orada bir Müslüman yok mu?!.
Irkçı
görüşlerin temeli yalan ve safsata-2
Türk-İslam
sentezi ve Kürtler, Aleviler...
Irkçı
görüşlerin temeli yalan ve safsata-1
Kim
olursa olsun!
“Bu
ırkçılık nerden çıktı?!”
Aman,
301’i değiştirmeyin!
Yanlışta
direnenler, Sopayı çözüm sananlar...
“Halkın
oyları” ve çıkar yol
Türkiye
batağa nasıl saplandı..
Kerkük
Kürdistan’a katılırsa...
Gerçek
katil kim?
Ankara
Konferansı üzerine
AB’ye
sırtını dönen Türkiye’de Savaş hazırlığı
mı, blöf mü?
Saddam
cezasını buldu
Çıkara
dayalı yanlış hesaplar
AB’nin
son kararı üzerine
Baker
Raporu ölü mü doğdu?
PKK
neden taktik değiştirdi?
İlkesizlik
ve Irak’ta çözüm
Bir
kez daha Ermeni sorunu üzerine
Değişime
direnen Türkiye
Sel,
yangın vb. “doğal felaketler” üzerine..
Kürdistan,
zenginlik içinde yoksul ülke..
Bir
şarkı, bir şiir
Fransız
Parlamentosu’nun kararı Ve Cezayir..
En
büyük devletsiz ulus..
Oyunu
gerçek sanmak-2
Oyunu
gerçek sanmak.. (1)
Ana-babalar
kirli savaşı sorgulamalı
Linç
salgını yayılırken…
Lübnan’dan
uzak dur, Kürdistan’a hücum!..
Uygarlıklar
Savaşı mı?
Türkiye’nin
Kerkük Sorunu!
Halkı
yalanla besleyen rejimler…
Irak’ı
bekleyen: Ya üçlü konfederasyon, ya üç ayrı devlet
Bölgemizde
ve Dünyada barış ve istikrar için..
Statükonun
yıkımına kim ağlar?
Terör
ve PKK bahane, Hedefler çok başka…
Hürriyet’in tehlike çanları!
Kırk katır mı, kırk satır mı?..
Demirel, Çiller, Ağar, Güreş… Bunlar tanık
mı, sanık mı?.
Şemdin’in
yakalanması, destanlar, balonlar…
Başı
türbanlı bir kadın neden cumhurbaşkanı
olmasın?..
Çetelerle
mücadelede hükümete destek vermeli
Ülkeyi
esir alan ahtapot...
Sular
ısınırken...
”Sanki
herkes kör, herkes zincirlerle bağlı…”
Bu
bir darbe değil mi?
Terör
ne, terörizm ne?
TBMM
Başkanı Arınç’ın kunuşması ve
demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki
askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin
Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş
terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı,
tutku ve akıl...
Derin
devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç
ve Ceza
Yine
bir şeyler dönüyor…
Sistem
çürümüş, dökülüyor
Irak’ta
iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey
olanlar..
ŞOVENİZMİN
ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At
izi it izine karışırken..
HAMAS
ve PKK…
Sağduyu
ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin
üstü örtülüyor
Adalet
mi rezalet mi?.
Genelkurmay
Gladyosuna sahip çıktı!
Türk
Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik
Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk
rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt
sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye
Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın
Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris
olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar
böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli
bir fırsattır
Bu
nasıl bir ilerleme?
Değişimi
anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz
üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin
AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son
gelişmeler üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar
üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun,
örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı
için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II
Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir
kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş
I M A R I K…
Kürt
Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|