Ulusal güçlerin birliği üzerine
Kemal Burkay
1. Bölüm:
Geçmişe bir bakalım
Sevgili okurlar,
Bir yıla yakın süredir anılarımın
3. ve 4. ciltlerinin mizanpajı ile ilgileniyordum. Tekstler
ve belgeler çoktan hazırdı ama, onların tekrar
tekrar okunup yazım hatalarının düzeltilmesi
bir yana, mizanpaj işi apayrı, yorucu, zaman alıcı
bir iş. Arkadaşlarım yapsa bile ben de bizzat
ilgilenmek zorundaydım. Hem de aylar boyu, bazan günde
10-12 saat çalışarak… Her neyse, sonunda bu iş
bitti, böylece sırtımdan ağır bir yük
kalktı sayılır.
Bu işle uğraşırken ister istemez köşe
yazıları için yeter zamanım olmadı. Elbet
ara sıra, sıcak olaylarla ilgili olarak yine de
yazdım. Bundan böyle yazmaya daha çok zamanım olacak.
Son günlerin sıcak olayları ise malum: seçim dönemi,
bu dönemde iyi saatte olsunların gerginlik yaratan işleri
ve bizim açımızdan HAP-PAR sorunu… Bu konularda
iki yazım çıktı, ama belli ki daha yazılması,
söylenmesi gerekenler var.
Malum, HAK-PAR’ın seçimlere girmemesini yanlış
buldum ve eleştirdim. Ama HAK-PAR’ın seçimlere girmeyip
bağımsız adayları desteklemesini ”ulusal
güçlerin birliği” adına doğru bulup alkışlayanlar
da var.
Elbet söz konusu olan ”ulusal güçlerin birliği” olunca
akan sular durur. Bu ne güzel ve ne kutsal bir iş! Öyle
olunca benim de alkışlamam gerekmez mi? Yoksa ben,
bana saldırmak için fırsat kollayan bazılarının
açık açık söyledikleri, bazılarının
da gizli gizli yaymaya çalıştıkları gibi
ulusal güçlerin birliğini istemiyor muyum?
Ama gerçek ne? HAK-PAR seçimlere girmeyip bağımsız
ve yurtsever denen adayları desteklemekle ulusal güçlerin
birliğine ya da ulusal amaçlara hizmet mi etmiş
oldu, yoksa hiç de bu hedeflere hizmet etmeyen ve kendi işlevini
nerdeyse hiçe indiren bir yanlış mı yaptı?
Ya ulusal güçlerin birliği konusundaki tutumum?
İsterseniz bu sonuncusundan başlayalım. Çünkü
arkadaşlarım ve dostlarım gibi, okurlarımın
herhalde büyük çoğunluğu da, uzun siyasal hayatım
boyunca ulusal güçlerin birliği için nasıl çaba
gösterdiğimi bilir ve böyle zırvalara gülüp geçer.
Ama bu ülkede beni ve mücadelemi iyi bilmeyenler de, kötü
niyetlilerin böylesi yakıştırma ve söylentilerine
inanacak saflar da az değildir. Bu nedenle okuyucunun
affına sığınarak geçmişten bu yana
ulusal güçlerin birliği konusunda uzun yıllar başında
bulunduğum partinin (PSK’nın) yaptıklarına,
kişi olarak da kendi rolüme çok kısa bir özet olarak
değineyim:
Kurucusu ve sekreteri olduğum parti daha ilk günden
ulusal güçlerin cephesini amaçlamıştır. Bu
kuruluş tüzüğünde ve programında var.
PSK’nın pratiği de buna uygun olmuştur. Daha
ilk yıllardan Parti medyasında Kürt ulusal cephesini,
Türk halkının ilerici güçleriyle ise antifaşist,
demokratik cepheyi savunduk. Bu konudaki temel ve hacimli
yazıların çoğu tarafımdan yazılmıştır.
Daha 12 Eylül öncesi, Kürt örgütleri arasında bir güçbirliği
yaratmak için harekete geçtik, bir girişim başlattık;
o zamanki kitlesel, etkili örgütlerden KUK’a ve KİP’e
(DDKD) öneri götürdük. Bir yıllık bir çalışma
sonunda1979 yılında ortaya üç örgütten oluşan
Ulusal Demokratik Güçbirliği (UDG) çıktı.
Bu birlik ne yazık ki hem söz konusu örgütlerden kaynaklanan
nedenler, hem de 12 Eylül darbesinin yarattığı
ortamda kalıcı olamadı. (Okur bunun ayrıntılarını
anılarımın 2. cildinden okuyabilir.)
12 Eylül darbesinin ardından da, 1981 yılından
başlayarak yine, güçbirliği için, PSK’nın yanı
sıra, KUK, Ala Rızgari, KİP (DDKD) ve Tekoşin’in
içinde oldukları HEVKARİ diye nitelenen beşli
bir çalışma başlattık. Bu çalışmayı
örgütlerin merkez kadroları yurt dışına
çıktıkları için orada, Şam’da ve Avrupa’da
yürüttük.
Hatta bu birliğe PKK’yı da çekmeye çalıştık.
PKK’nın durumunu, ortaya çıkış sürecini
elbet biliyordum. Çıkar çıkmaz bize ve öteki yurtsever,
ilerici örgütlere saldırmış, bunu politika
haline getirmişti. Bizim de öteki örgütlerin de kanaati
oydu ki PKK bir devlet ürünüydü ve en başta Kürt hareketine
karşı savaşmak için kurulmuştu. Bağımsız-birleşik
Kürdistan söylemi, silahlı mücadeleyi yüceltmesi filan
hep bu rolünü gizlemek, inandırıcı olmak içindi.
O halde neden PKK ile diyaloga girdik. Rejim onları
kullanmış, ama darbeyle birlikte yakalayabildiklerini
tutuklayıp işkence çarklarına almıştı.
Öcalan ve bir bölüm arkadaşı ise Suriye’de idi.
Diğer dost örgütler (Yekıti, Suriye Kürt örgütleri,
Irak ve Suriye Komünist partileri) PKK’yı da etkileyip
bir ulusal birliğe çekmenin gereğini ısrarla
dile getiriyorlardı. Biz de en azından, bir diyalog
kurup bunu denemekte yarar olduğu kasına vardık
ve Öcalan’la görüştük. Görüşme Şam’da bizim
evimizde oldu. Kendilerine daha önceki tutumlarından
dolayı (devrimci kadroları katletme, diğer
urtsever örgütleri düşmandan sayma, onlara saldırma,
aşiret kavgaları çıkarma vb.) özeleştiri
yapmalarını, diğer örgütleri düşman değil,
dost olarak gördüklerini dile getirmelerini istedik. Öcalan
bir konferans toplayıp bunu yapacaklarını söyledi.
İkinci görüşmede KUK ve Ala Rızgari de vardı.
Onlar da PKK’nın, ulusal güçlerin birlik çalışmalarına
katılabilmesi için özeleştiri yapmasını
şart koştular.
PKK daha sonra sözde bir konferans topladı, ama beklenen
özeleştiriyi yapmadı. Bu yüzden HEVKARİ çalışmasının
dışında kaldı.
KİP (Devrimci Demokratlar) ise o dönemde PKK ile bu
görüşmelere bile gelmediler, hatta bunu gerekçe yapıp
bir dönem HEVKARİ çalışmasına bile katılmadılar…
PKK istediğimiz özeleştiriyi yapmamış
olmasına rağmen bu konuyu Merkez Komitemize götürdüm
ve ”terörist, anarşist saydığımız
böylesi bir örgütten devrimcilere yaraşır bir özeleştiri
beklemek gerçekçi değil. Buna rağmen diyalog kurup
birliğe çekelim, bu şekilde onları etkileyebilir,
değişmelerine yardımcı olabiliriz,” dedim.
Ama arkadaşlarım, bir kişi hariç, bu konuda
bana katılmadılar. O toplantıya katılanların
bir bölümü şimdi arkadaş olmasa bile, hepsi hayattadır…(Bu
olayın daha ayrıntılı öyküsü de anılarımın
2. cildinde var).
Bence, geçmişi ne olursa olsun, PKK ve Öcalan’ı
o dönemde etkilemek mümkündü. Çünkü artık Türk devletinin
avuçlarında değil, Şam’da idiler; henüz bugünkü
gibi, kimseyi kaale almayacak kadar güçlü de değildiler
ve bir arayış içinde idiler.
Beş yıl süren HEVKARİ çalışması’nın
öyküsü anılarımın 2. cildinde yazılıdır;
ne yazık ki bir sonuca ulaşmadı.
1987 yılında TEVGER çalışmasını
başlattık ve sonuçlandırdık. Kuzeyli sekiz
örgütle Tevgera Rızgariya Kurdistan’ı (Kürdistan
Kurtuluş Örgütü) oluşturduk. Bu örgüt 3 yıl
ayakta kaldı, ne yazık ki uzun ömürlü olamadı.
(Onun da öyküsü anılarımın ilerde basılacak
olan 3. cildinde.)
PKK bu birlikte (TEVGER) yoktu. PKK o dönemde, aramızdaki
diyalog da kopunca bize ve herkese saldırıyor, derneklerimizi
yakıyor, kadrolarımızı vuruyordu. Ben
de, önde gelen pek çok yoldaşım da onların
hedef listesinde idik.
Buna rağmen 1993 yılında Apo ile Şam’da
bilinen ”Protokol”ü imzaladık. Bazıları bugün
de hâlâ bu protokolün önemini ve doğruluğunu kavramasa
bile, kanımca yaptığımız iş
doğruydu.
Birincisi: Durum 12 Eylül önceki PKK ile o dönemdeki PKK
açısından oldukça farklıydı. Türk devleti
ile ilişkileri tümden kopmamış ve PKK içindeki
MİT eli çeşitli kanallardan sürse bile, Öcalan artık
yurt dışında ve manevra yapabilecek durumdaydı.
Nitekim bu kez de Suriye ile ilişki kurmuş ve giderek
ona bağımlı duruma gelmişti. PKK’ya ev
sahipliği yapan, destek veren Suriye ise, Türkiye’de
bir Kürt cephesine karşı değildi, aksine bu
işine gelirdi. (Nasıl ki Baas’ın Bağdat
kanadıyla çekiştiği için Irak’ta bir Kürt cephesinin
kurulmasını teşvik etmiş ve Irak’lı
Kürt örgütlerine de ev sahipliği yapmakta idiyse).
İkincisi: Türkiye bakımından da bir değişiklik
vardı. Cumhurbaşkanı Özal Kürtlerle savaşı
sona erdirmek için bir politika değişikliği
ve diyalog çabası içindeydi. Celal Talabani’nin aracılığıyla
PKK’nın tek yanlı ateşkes yapmasını
sağlamıştı. Öcalan yeni ortamda benimle
de görüşmek istiyor, benim desteğime gerek duyuyordu.
Bence bu olumlu bir gelişmeydi; gerek silahların
tümüyle susması, gerek diyalog sürecinin başlaması,
Kürt sorununun çözüm yoluna girmesi bakımından oldukça
önemliydi.
Üçüncüsü: Bizim PKK ile ilişkilerimiz 1980’li yılların
ikinci yarısına göre yumuşamıştı.
PKK’nın saldırıları epeyce zamandır
durmuştu. Biz de 1992’de yaptığımız
3. Kongremizin ardından Kürt örgütleri arasında
iyi ilişkilerin gereğine, dayanışma ve
güçbirliğinin önemine vurgu yapmaktaydık.
Böyle bir ortamda Öcalan’la bir araya gelip ortak noktalarda
anlaşmanın ve bir protokol yapmanın yeter nedenleri
ve yararları vardı. Nitekim protokol Kürtler ve
dostlarımız arasında sevinçle karşılandı.
Ayrıca protokolde gerek partimizin politikaları,
gerekse Kürt halkının talepleri bakımından
hiçbir gerileme yoktu. Kendi kaderini tayin hakkını
savunuyor, çözüm için iki cumhuriyetli bir federasyonu öneriyorduk.
Bu protokolün ardından Kürt örgütleri arasında
cephe çalışması başladı ve o zaman
var olan büyüklü küçüklü 12 örgüt buna katıldılar.
Cephenin programı tamamlandı, tüzüğü de bitmek
üzereyken, olumsuz yöndeki gelişmeler bu süreci kesintiye
uğrattı.
Bu gelişmelerden biri, PKK’nın ateşkesine
ve Kürtlerle Türklerin diyaloguna, bir barışçı
çözüme karşı olan Türkiye’nin içindeki ve dışındaki
güçlerin süreci sabote etmeleri oldu. Özal’ın ve Org.
Eşref Bitlis’in şüpheli ölümleri (gerçekte öldürülmeleri),
Bingöl’de 33 silahsız askerin katli vb…
Arıca aynı dönemde PKK Avrupa’da terör estirdi
ve yurt içinde de yeniden yurtsever kadrolara, halktan insanlara,
öğretmenlere yönelik cinayetler işledi. Üstüne üstlük,
Güney Kürdistan’da KDP’ye karşı yeniden savaş
tehditlerine başladı.
Bu gelişmeler cephe çalışmasını
kesintiye uğrattı.
Biz protokol yapar ve cephe çalışmasını
başlatırken PKK konusunda çok mu iyimserdik? Elbette
değil. İhtiyatlıydık, PKK’nın bir
günden diğerine değişemeyeceğini biliyorduk.
Ama doğru olan politika o günkü koşullarda ve anlattığım
nedenlerle diyalogdu ve birlik için çaba göstermekti.
1993 Protokolü’nün ve bu diyalogun pek çok yararı oldu,
örgütlerin ilişkileri bir dönem iyileşti, Türkiye’deki
militarist rejim köşeye sıkıştı;
ama hem içerde ve dışarda barış karşıtı
güçlerin çabaları, hem de PKK’nın sözünü ettiğim
eylemleri yüzünden bu süreç kesintiye uğradı.
Dört parçadan örgütlerin birliği , bir Kürt ulusal kongresi
için yıllarboyu yaptıklarımıza ise değinmedim.
Bunların bir bölümü anılarımın 2. cildinde
yazılı. Bir bölümü ise ilerde basılacak 3.
ciltte.
Bununla birlik konusundaki görevimiz ve işimiz bitti
mi? Elbet bitmedi. 1999’da Öcalan’ın yakalanıp devlete
teslim olmasının ve PKK’nın da onu izlemesinin
ardından yurtsever güçlerin birliği sorunu yeniden
gündeme geldi. O dönemde yapılanlara ve bizzat HAK-PAR’ın
ortaya çıkışına ise daha sonra değineceğim.
Birlik konusunda yapılanlara değinirken legal planda
kitlesel bir partinin yaratılması için yapılanları
ve bu konudaki çaba ve emeğimizi de unutmamak gerekir.
Daha 1980’li yıllardan (1988-89) başlayarak yurtsever
ve ilerici güçleri kapsayan bir legal parti oluşturmak
için de öneriler yaptık, girişimler başlattık.
Dileyen o dönemde benim Deng Dergisi’nde yayımlanan,
sonra da ”Seçme Yazılar” adlı iki ciltlik kitabımda
yer alan yazılara bakabilir. Türkiye’de demokratikleşmeyi
ve Kürt sorununun eşitlikçi çözümünü gündemine alan bir
kitle partisinin gereğini savunduk. Hangi görüşten
olursa olsun tüm yurtsever Kürtlerin bu partide bir araya
gelmelerini önerdik. 1990’lı yılların başlarında
HEP’in ortaya çıkmasında bu çabaların büyük
rolü ve katkısı oldu. İşin ilginci, diğer
Kürt örgütleri bu projeye yanaşmadılar ve destek
vermediler. Kimisi legal partiye karşıydı,
kimisi zamansız buluyordu. PKK ise HEP’e tümden karşı
çıktı, kendisine karşı bir oluşum
diye niteledi ve ihanet saydı!
Ama PKK sonradan HEP’e girdi ve onu güdümüne alarak demokratik
yapısını ve işlevini bozdu. Bu HEP’in
kapanmasıyla sonuçlandı.
Buna rağmen, 1993 Protokolü’nün yarattığı
olumlu ortamda yeni legal partinin, DEP’in oluşmasında
PKK ile ortak davrandık. Bir koşulumuz legal partinin
yönetimine karışmamak, HEP dönemindeki hataları
tekrarlamamaktı. Öcalan buna söz verdi, ama uymadı;
daha kuruluş sürecinde müdahaleye ve yönlendirmeye kalkıştı.
Dışardan bu keyfi müdahaleler, baskılar legal
partide demokratik mekanizmanın normal işleyişine
fırsat vermedi, inisiyatifi boğdu. Bu yüzden DEP’te
birlikte çalışma da uzun sürmedi ve taraftarlarımız
ayrışarak Demokrasi ve Değişim Partisi’ni
kurdular.
Öcalan ve PKK aynı şeyi bugün de yapmıyor
mu? Hatta Öcalan, İmralı’daki hücresinden verdiği
buyruk ve fermanlarla, azarlama ve tehditlerle BDP’ye ve DTK’ya
yön vermiyor mu? Bütün bunlar herkesin gözü önünde cereyan
etmiyor mu?.
O dönemde benim tutumum nasıldı? Ayrışmayı
çok mu arzuluyordum? Aradan nerdeyse yirmi yıl geçti;
o dönem sıcak politikanın içindeki bir bölüm insan
bile hatırlamayabilir. Hele gençler bilmezler.
Bu nedenle o dönemde benimle yapılmış bir söyleşideki
bu konuya ilişkin görüşlerimi aktarmak isterim:
DEP’in Olağanüstü Kongresi 12 Aralık 1993 tarihinde
yapıldı. Bu kongrede bizim arkadaşlarımız
yönetime seçilemediler. Kongrede başkanlığa
Hatip Dicle seçilmişti. Rejim yandaşı basın
Dicle’nin konuşmasındaki ”PKK bir terör örgütü değildir”
sözlerine sert tepki gösterdi. Arkadaşlarımız
da Azadi gazetesinde ”DEP’te sancılı dönem!” diye,
DEP karşıtlarının hoşuna giden ve
rejim yandaşı basının sarıldığı
bir başlık atmışlardı. Bunu o zaman
yanlış bulmuş ve usulünce eleştirmiştim.
Azadi’nin sorusu ve benim cevabım şöyleydi:
“Azadi: DEP Olağanüstü Kongresi’ni ve sonuçlarını
nasıl değerlendiriyorsunuz? Kimi basın yayın
organlarında PSK’ya yandaş bir kesimden söz edildi
ve bunların kongre sonuçlarından memnun olmadıkları,
bir ayrışmanın gelebileceği söylendi.“
“Burkay: DEP içinde bize sempati duyan insanlar vardır.
Başkalarına sempati duyanlar da elbet var. Bu doğal
bir şey. Ama DEP’te PSK’ya örgütsel olarak bağlı,
veya bizim yön verdiğimiz bir grup yoktur. DEP’i yönetmek
gibi bir çabamız da yok. Ülkemizin politik yaşamını
ilgilendiren her konuda olduğu gibi, DEP konusunda da
görüşlerimizi elbet söyleriz, etkili olmaya çalışırız.
Ama DEP bağımsız, legal bir örgüttür, kendi
yönetimi var.
“Olağanüstü Kongre’nin olgun bir havada başlayıp
bittiğini basından izledim. Geçmişte HEP kongrelerinde
görülen yanlışlar tekrar edilmedi. Bu bir olgunlaşmayı
gösteriyor. Demek ki Kürt ulusal hareketinde çocukluk hastalıklarını
aşma yönünde ciddi gelişmeler var.
“DEP geniş bir yurtsever kitleyi ortak paydalarda birleştiren,
değişik eğilimleri barındıran bir
örgüttür. Yönetim için farklı listeler çıkabilir.
Bu doğal, demokratik bir yarıştır; kazanmak
da, kaybetmek de var. İzleyebildiğim kadarıyla
demokratik bir şekilde geçen kongrenin sonuçlarına
ise herkesin saygı göstermesi gerektiği kanısındayım.
Örgüt açıkça amaçlarından sapmadığı,
örgüt içi demokrasi yok edilmediği sürece, kişi,
yönetim planında umduğunu bulamasa da, izlenen politikalar
tümüyle gönlüne göre olmasa da, çoğunluğun iradesine
saygı göstermeli. Demokratik anlayış budur
ve demokrasi kültürü ancak böyle yerleşir.
“Muhalefet konumunda da, yönetimin sağlıklı
politikalar izlemesi için önerici olmalı, örgütün güç
kazanması için çaba göstermeli; yönetimin olumlu eylem
ve politikaları desteklenmeli; yanlışlar ise
kuralları içinde eleştirilmeli.
“Genel Başkan seçilen Dicle’nin kongre konuşması
eleştirilere uğradı. Bu eleştirilerde
haklılık payı olabilir. Ama görüşlerini
özgürce dile getirmek, herkes gibi Dicle’nin de hakkıdır.
Böyle şeyler hemen ayrışmalara, bölünmelere
yol açmamalı. DEP gibi legal bir kitle örgütünü yaşatmak,
birliğini korumak için titiz olmalı. Hele rejim
onu kapamak için bahaneler arıyorsa, bu birliği
korumak daha da önemlidir. Benim anlayışım
budur.”
Evet sevgili okurlar, benim anlayışım işte
budur. Biz, Kürtler yurtsever güçleri arasında, dayanışma
ve ittifak gereğinin de ötesinde, aynı legal partide
birlikte çalışılmasından yana olduk. Bunun
asgari koşulu ise Kürt halkının özgürlük
ve eşitlik istemini içeren ortak amaçları paylaşmak
ve demokratik bir çalışma tarzıdır.
Geçmişte böyle partiler de oluştu. Bence HEP’in
de, DEP’in de programı o günün gerçeklerine, Kürt halkının
çıkar ve taleplerine uygundu. Ama böyle olması ve
bizim tüm iyi niyetli çabalarımız aynı partide
birlikte yürümeye yetmedi. PKK içine girip bu partilerde denetimi
ele geçirince örgüt içi demokrasi kalmadı ve ayrışma
zorunlu hale geldi, kulvarlar ayrıldı.
Peki HAK-PAR niye, nasıl ortaya çıktı? İşlevi
ne? Ve seçimlerden çekilip bağımsız adayları
destekleme kararını niye yanlış buluyorum?
Bu konuya ”HAK-PAR’a Yazık Edildi” başlıklı
yazımda değinmiştim. Ama buna ekleyeceklerim
var ve bu da yazımın 2. bölümünde.
Ulusal
güçlerin birliği üzerine 2. Bölüm:
HAK-PAR
hangi koşullarda ve neden ortaya çıktı?
Yazarın önceki yazılarından:
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler ve Türkler-2 (*)
Darbeden umut kesilmez!
HAK-PAR’a
yazık edildi
Arap-İslam
dünyasında esen değişim rüzgârı
Siyasetin
dikeni ve gülü
Kürtler
duymadan... (Kamuoyuna açıklama...)
Yurda
dönüş...
Doğru
yolda olmak mı önemli,
yanlış bir yolda çok olmak mı?
Geçmişten Bir Sayfa –
2 AGİK Kopenhag Toplantısı
Geçmişten
Bir Sayfa – 2
Adaletin
perişanlığı ve Hizbullah olayı
Özgür
olmadıktan sonra vatandaşlığın önemi
ne?
Bir
protesto yazısı
Kurban
Bayramı, Gizli Anayasa, Irak’ın içişleri vs…
HES’ler;
Önce insan ve doğa mı, yoksa para mı?
Dışardan
Türkiye manzaraları
Cumhuriyetin
87. yılında ilginç Türkiye manzaraları
Wek
rexne li ser pêşangeha Bottropê
Bottrop’ta,
4. Kürt Kitapları Fuarı’nda
Anadilde
eğitime bile karşı çıkanlar
Kürt sorununu nasıl çözecek?
Barışa
ve demokrasiye susamışız
Boykot
haklıdır
Anadilde eğitim anasütümüz kadar
helaldır
Kurdun
sevdiği dumanlı havalar
Referandumla
iyi bir rüzgar yakaladık
Kılıçdaroğlu
ve yanlış tarafta duranlar…
Kim kime karşı, kim kime rakip?
3. bölüm
Niçin PKK ve Öcalan üstüne yazıyorum?
Kim
kime karşı, kim kime rakip?
2.
Bölüm
Siyasetten
ne bekliyorum?
Kim
kime karşı, kim kime rakip?
”Demokratik
Özerklik” üzerine
Siyam
İkizleri: Derin Devlet ve PKK
Militarist-faşist
güçlerin son çırpınışları
Biz
hiç susmadık;Ama bizi görüp duymadınız…
Kimlik
sorunu- 3
Kadın
sorunu ve sosyalizm
Kimlik sorunu -2
Kimlik
sorunu -1
27
Mayıs “Devrimi”
Viyana-İzlanda,
Dil ve Şiir
Bir
Dünyalıyım
Kovancılar
Depremi, Lazaref, Dema Nû ve Newroz...
Geçmişten
bir sayfa...
Çok
laf değil, somut adımlar...
KÜRT
SORUNUNDA BU DURUMA NASIL GELİNDİ? 1960 VE SONRASI...
Pervasızlığın
bu kadarı:
“Balyoz” derbe planı...
Kar
– Şiir
Ali
Baba Kırk Haramiler Mağarasında
Açılımda eksikler ve yanlışlar
İki
ihtimal
Ergenekon
eylemde
Tüm barış ve demokrasi güçleri
uyanık olmalı
TBMM’de
Kürt Sorunu ve Dersim…
Statükocu
güçler, Ergenekon ve şiddet birbirine bağlı
Hey,
Hürriyet! Orada kimse yok mu?..
Aptallık
insana özgüdür
Alevi
sorununu çözmeye Munzur’dan başlayın!
Abdülmelik
Fırat’ın ardından
Aldatanlar
ve aldananlar...
Sisteme
kurban edilenler...
Ayıp
diye bir şey vardır, Bay Akyol!
Şu
bölme, bölünme hikâyesi...
Dema
Nu ile söyleşi
Ne
yazmalı?
Bu
nasıl devlet, bu nasıl yargı?!
Statüko
ile değişim arasında
Ahmet
Altan sapla samanı karıştırıyor
Kelepir fiyatına çözüm!
Barış
ve çözüm ortamı var mı?
Mardin
olayı üzerine
Nesimi,
Mahzuni, İhsani…
“Korku
imparatorluğu”
ve arkadaşım Turgut Kazan...
Hizbullah-PKK,
Jandarma silahları;
DTP’ye yönelik son operasyon
Güngören
bombaları
Ve bir kez daha haklı çıkarken…
Ergenekon
davası
Ve hukuk adına telaşlı çığlıklar...
Obama’nın
ziyareti derde derman oldu mu?
29
Mart Yerel Seçimlerinin Sonuçları
Gül
Kürdistan deyince...
Kar,
bahar ve Newroz üzerine…
DTP
sorumluları bu işlere ne der?
Bir
hastane yazısı
Yerel
Seçimler Üzerine
“Ergenekon”un
kısa bir tarihçesi
İşte
buna şaşıyorum!
Ergenekon
üstüne titreyenler...
Bu telaş neyin nesi?
Onlar
yalnız Ermenilerin değil, kendi halklarının
da düşmanı
Din-siyaset
ilişkileri
Ergenekon
ve 33 asker
Din
üzerine bir sohbet
Takke
düştü, kel göründü
Türkiye
sorunlarını neden çözemiyor?
Bezele
de Dağlıca gibi bir provokasyon
Ergenekon
ve Sol
Pirçandî û Pirsa Kurd
İçe kapanma olayı ya da kaplumbağa politikası
Kürtçe ve Türkçe yazma üzerine
Cambaza
mı bakalım, hırsıza mı?
Komplolar,
cinayetler, provokasyonlar… ”Devlet sırları!”
Sistemde açılan bu gedik önemlidir
Abant Platformu ve sömürgeci tezlerin yeni versiyonları
Ergenekon
ve Dağlıca
”Bilgi
Destek Planı” yıllardır yürürlükte..
Baskın
Hoca’nın genellemeleri…
Bu
nasıl bir ülkedir?
Umut ne AKP’de, ne Kemalizmde
AKP’nin “çözüm” paketi ve GAP
Kürt
sorununda ekonomi ve siyasetin bağı
Sabancı
Cinayeti’nin belgeleri de ortaya dökülürken...
AKP
değişimin partisi değil
Eski
film yeniden gösterimde mi?
Kedinin
boynuna çanı kim takacak?
Ülkeyi
batağa sokanlardan çözüm beklenemez
Yeni bir halk hareketine
gerek var
Canım
tepki göstermek istemiyor
Sadun
Hoca ve Hasretyan
Geçmiş olsun Sırp yoldaşlar!
Aslan
Asker Şwayk ”Panodaki Şiir”e Karşı!
Türban
ve laiklik üzerine
Ergenekon
ve Türk medyasının çözülen dili
Düzenli köşe yazılarıma
son verirken…
Hrant
Dink’i anarken
AKP
sistemle kaynaşırken..
Sekiz
asker, bomba olayı ve Erdoğan…
Tarih,
akıl ve ahmaklık üzerine
Kandil
Operasyonu; hedefler, sonuçlar
Kürtlerin
temsil sorunu
Sabah’taki
söyleşi, DTP ve temsil sorunu üzerine
Oyunun yeni perdesi ve değişen
taktikler
DTP’ye
yönelik kapatma davası
Bush-Erdoğan
görüşmesi ne sonuç verdi?
Militarizm
Türkiye’yi teslim almak istiyor
Katil
kim?.
PKK’nın
silah bırakmasına veya yeni bir ateşkese karşıyım!
Bu çılgınlıkla
nereye?..
Nasıl
bir anayasa? – 3
Militarizm barışa, demokrasiye, gelişmeye engel
Türkiye
Malezya olur mu? Keşke olabilse!
Nasıl
bir anayasa? – 2 Kemalizm ayak bağı oldu
Nasıl bir anayasa?
Bir
genel af ”PKK sorununu” bitirir mi?
DTP’nin
temel yanlışı ne?
Yedi
kızın acı öyküsü Yaşamadan Öldüler
Yakın
tarihe kısa bir gezinti
Kürdistan gerçeği, Kürt ulusal sorunu ve onurlu tavır
Türk
dış politikasının rüşvetleri…
Yezidi
Kürtlere yapılan saldırı
Türk
Parlamentosu ve Kürtler
Seçimlerde
Türkiye solu, Kürt Ulusal hareketi
22
Temmuz Seçimleri üzerine
Orman
yangınları kimin işi?
Dink
Davası ve Sivas
Bir
mum yakmaya devam…
Kuzeyde
bir hafta
Norveç sınırı, Laponlar, beyaz geceler…
Darbe
ayağa düştü
Darbe
planı işlemekte
Barzani
“PKK terörü”nü destekliyor mu?
Hükümet
gerçekleri halka anlatmalı
Sayın
Sezer, nereden nereye!
Son
terör eylemlerinin ardında kimlerin eli var?
Sistem
ne laik ne demokrat
“Dil
Devrimi” ve “Güneş Dil Teorisi” komedisi
“Türk
Tarih Tezi” komedisi
Paşalar
Cumhuriyeti, berdevam mı?.
Kürt
Dili nasıl kurtulur?
Türk
medyası ya da Yalancı Çoban
General,
istifa et!
Heyy,
orada bir Müslüman yok mu?!.
Irkçı
görüşlerin temeli yalan ve safsata-2
Türk-İslam
sentezi ve Kürtler, Aleviler...
Irkçı
görüşlerin temeli yalan ve safsata-1
Kim
olursa olsun!
“Bu
ırkçılık nerden çıktı?!”
Aman,
301’i değiştirmeyin!
Yanlışta
direnenler, Sopayı çözüm sananlar...
“Halkın
oyları” ve çıkar yol
Türkiye
batağa nasıl saplandı..
Kerkük
Kürdistan’a katılırsa...
Gerçek
katil kim?
Ankara
Konferansı üzerine
AB’ye
sırtını dönen Türkiye’de Savaş hazırlığı
mı, blöf mü?
Saddam
cezasını buldu
Çıkara
dayalı yanlış hesaplar
AB’nin
son kararı üzerine
Baker
Raporu ölü mü doğdu?
PKK
neden taktik değiştirdi?
İlkesizlik
ve Irak’ta çözüm
Bir
kez daha Ermeni sorunu üzerine
Değişime
direnen Türkiye
Sel,
yangın vb. “doğal felaketler” üzerine..
Kürdistan,
zenginlik içinde yoksul ülke..
Bir
şarkı, bir şiir
Fransız
Parlamentosu’nun kararı Ve Cezayir..
En
büyük devletsiz ulus..
Oyunu
gerçek sanmak-2
Oyunu
gerçek sanmak.. (1)
Ana-babalar
kirli savaşı sorgulamalı
Linç
salgını yayılırken…
Lübnan’dan
uzak dur, Kürdistan’a hücum!..
Uygarlıklar
Savaşı mı?
Türkiye’nin
Kerkük Sorunu!
Halkı
yalanla besleyen rejimler…
Irak’ı
bekleyen: Ya üçlü konfederasyon, ya üç ayrı devlet
Bölgemizde
ve Dünyada barış ve istikrar için..
Statükonun
yıkımına kim ağlar?
Terör
ve PKK bahane, Hedefler çok başka…
Hürriyet’in tehlike çanları!
Kırk katır mı, kırk satır mı?..
Demirel, Çiller, Ağar, Güreş… Bunlar tanık
mı, sanık mı?.
Şemdin’in
yakalanması, destanlar, balonlar…
Başı
türbanlı bir kadın neden cumhurbaşkanı
olmasın?..
Çetelerle
mücadelede hükümete destek vermeli
Ülkeyi
esir alan ahtapot...
Sular
ısınırken...
”Sanki
herkes kör, herkes zincirlerle bağlı…”
Bu
bir darbe değil mi?
Terör
ne, terörizm ne?
TBMM
Başkanı Arınç’ın kunuşması ve
demokrasi üzerine..
Şemdinli’deki
askeri yığınak neyin nesi?..
Rejimin
Kürt halkına topyekün saldırısı
Baş
terörist kim, PKK mı, Türk devleti mi?
Önyargı,
tutku ve akıl...
Derin
devlet oyununda Rejisör, figüran ve seyirci…
Suç
ve Ceza
Yine
bir şeyler dönüyor…
Sistem
çürümüş, dökülüyor
Irak’ta
iç savaş kaygısı ve kendi kendine gelin güvey
olanlar..
ŞOVENİZMİN
ESİR ALDIĞI BEYİNLER (*)
At
izi it izine karışırken..
HAMAS
ve PKK…
Sağduyu
ve hoşgörü gerekli
Şemdinli’nin
üstü örtülüyor
Adalet
mi rezalet mi?.
Genelkurmay
Gladyosuna sahip çıktı!
Türk
Gladyosu tasfiye edilmedikçe…
Yalancının
mumu yatsıya kadar yanar
“Demokratik
Cumhuriyet”in patenti Bay Öcalan’ın mı?
Türk
rejimi neden Apo´ya sarıldı?
Kürt
sorununa çözüm çeşitlemeleri üzerine…
Türkiye
Kürtler konusunda İran’ın bile çok gerisinde…
Erdoğan’ın
Şemdinli ziyareti ve alt kimlik-üst kimlik üzerine
Paris
olayları ve küreselleşme üzerine
Olaylar
böyle mi aydınlanacak?
Şemdinli
bir fırsattır
Bu
nasıl bir ilerleme?
Değişimi
anlamak ve Kürt sorununda akılcı çözüm
Bilimsiz
üniversite, hukuksuz adliye..
Türkiye’nin
AB üyeliği ne Sevr’dir, ne de Lozan…
AB ile müzakereler başlarken umutlar - kaygılar...
3
Ekim bir dönüm noktası olacak
Sevgisiz
bir ülke..
“Demokrat,
özgür ve çağdaş Kürtlerin sesi…”
Provokasyon
dumanları…
Asıl
ölüm susmaktır
PKK’yı muhatap yapan kim?
Erdoğan’ın son tavrı
Doğu Kürdistan’daki son
gelişmeler üzerine
Kürtçe
şu anda zincirlerle bağlı
Öcalan
İmralı´dan alınmalı
Derin Devlet ve PKK el ele..
Bir kez daha terör ve uluslararası sorunlar
üzerine
Bir toplum nasıl kandırılır?
Bazı dostların ardından
AKP Alevileri yok sayıyor
ÇIKAR YOL - III Buyrun,
örgüt de var, iş de!
Erdoğan’ın ABD gezisi: Türk tarafı
için düş kırıklığıürk
tarafı için düş kırıklığı
ÇIKAR YOL – II
Teslimiyete karşı ulusal seçenek
Fransız Referandumu üzerine düşünceler
ÇIKAR
YOL - I En başta umut gerekli
İşe
yaramaz bir karar…
NE
DEĞİŞMİŞ?.
Soykırım ve Yüzyıllık Nazizm
Kendi
ordusunun işgali altında…
Türkiye’nin
Kürt Politikası: Döverek Islah..
PKK’yı
kim çözsün?.
Dün
cami, bugün bayrak…
İstanbul
sorunu artık Kürdistan sorunudur
Ermeni Soykırımı ve Orhan Pamuk Olayı
Bir
kez daha laiklik sorunu ve Aleviler konusu
Ş
I M A R I K…
Kürt
Devleti ve Deli Dumrullar…
Dezînformasyon û Prowokasyon
Derin
Devlet Tiyatrosunda Kürtler
ve Türkler...
|